|
Bina çöplüğü hâline gelen bir ülke

Vitrivius''tan bu yana mimarinin gözetmek zorunda olduğu üç temel ilke var:

1) Sağlamlık, 2) Kullanışlılık, 3) Güzellik...

Bu ilkeleri sadece mimari yapılarda değil, zihinsel yapılarda da arayabiliriz:

1) Doğruluk, 2) Yararlılık, 3) Güzellik...

Taş veya tuğladan yapılsa, kelime veya kavramlardan da kurulsa, her türlü yapının önce varlığını sürdürmesini (kalıcılığını) sağlayacak bir sağlamlığa ihtiyacı vardır.

Varlığı sürekli olmayan bir özün nitelikleri de sürekli olmaz!

Yapının yapılma amacına uygun (kullanışlı) olması gerekir. Bilgi de öyle değil mi?

Faydası olmayan bilgiden bize ne?

***

Her bilgi mutlaka bir şeyin bilgisidir. Aynı zamanda her bilgi, “bir şey için” de bilgidir.

Türkçe''nin en güzel soru kiplerinden biri:

— Eee?

Varolan hiçbir şey bu soruyu sordurmamalı. Her şeyin —kavranıp kavranmamasından bağımsız— bir ''için''i vardır?

— Ne için?

Her varolma nedeni kaçınılmaz olarak geleceğe atıf yapar.

— Şunun için, yani şu amacın gerçekleşmesi için...

Teleolojik nedensellik insanın peşini bırakmaz. Bir şey varsa, onun varolma nedeni de vardır. Telos''u. Amacı. Gayesi. Maksadı. Maksûdu.

Bu telos''a meşrûiyetini sağlayan şey iradedir. İstem.

İstem yoksa, amaç da yok demektir.

***

İstemin niteliği üçüncü ilkeyi belirler. Güzeli. Güzelliği.

İradenin ve bu iradeyi yöneten bir aklın tasavvur edilemediği yerde güzelden ve/veya güzellikten söz edilemez.

Güzellik yapılarda aranıp bulunan bir nitelik olduğu kadar, o yapılara konulan bir niteliktir de.

Üslûb ve ifadenin güzelliğinin idrak edilebilmesi için, önce o güzelliğin irade edilmesi gerekir. (İrade yoksa, idrak de yok demektir.)

Başka bir deyişle, güzellik, tıpkı iyilik gibi ancak diyalektik bir salınım içinde kendini gösterir.

Hitabdaki güzellik nasıl bir muhatabı gerektiriyorsa, aynı şekilde bir de hatibi gerektirir. Bir müridi ve bir müdriki.

Seyr ve temaşa, sırf bu nedenle bir idrak meselesi olduğu kadar da bir irade meselesidir. İrade salt hakikatin ifadesinde değil, o hakikati taleb eden müridin iradesindedir de.

Sendeki güzellik kadar güzelliği idrak edebilirsin. Burası muhakkak.

Fakat unutmamalısın ki sendeki güzellik kadar güzelliği ifade edebilirsin. Burası da muhakkak.

***

— “Merkezi bir kurumlaşma göstermeyen İslamiyet ne camiye ne medreseye bağlayıcı bir program tayin etmemiştir. İslam ülkelerinde camilerin birbirinden bu kadar farklı olabilmeleri bu sayede mümkün olmuştur. Böylece kayıt tanımayan bir yaratıcı serbestlik bahis konusudur.” (Semra Ögel, Anadolu Selçuklu Sanatı Üzerine Görüşler, 1986)

Yaratıcı serbestlik...

Ülkeden ülkeye, beldeden beldeye değişen yaratıcı çeşitlilik...

Hem planda, hem malzemede, hem de üslûbda...

Ne ki tüm mabedleri karakterize eden ilke aynı: vahdet ve tevhîd.

Bazen çoklukta birlik, bazen birlikte birlik, ve fakat her halukârda birlik...

***

Bugün ülkemizde mabed mimarisine ilişkin bağlayıcı bir program var mı?

Yok!

Peki bu durum, yaratıcı serbestliğe yol açıyor mu?

Bırakalım serbestlik tarafını, herhangi bir düzeyde yaratıcılığı ortaya çıkarıyor mu?

Hayır!

Niçin, çünkü bizde yapılar mimarların bile elinde değildir. Yapıp eden, alan satan müteahhitlerdir. Mimar-müteahhitler. Mühendis-müteahhitler. Müteahhitler.

Sağlamlık da umurlarında değil, kullanışlılık da, güzellik de.

Varsa yoksa para! Bütün amaçları para.

Maksat para olduktan sonra dindarla dinsiz arasında ne kadar fark var?

Ah şu para... zannedildiğinden daha da soyut bir tanrı.

***

Türkiye''yi bir bina çöplüğü, bir yapı mezbeleliği hâline getirenler kimler?

Sağlamlığın, faydanın ve güzelliğin umurlarında bile olmadığı bu paracı zümre kim?

İnşaat sektörünün faaliyetleri Türkiye''de hâlâ iktisadî bir faaliyet olmaktan öteye geçememiştir.

Mabed mimarisi de doğal olarak kendine düşen payı almaktadır.

Restorasyon çalışmalarını belirleyen dürtü, sağlamlığı ve güzelliği aramaktan çok bir kazanç dürtüsüdür. Çünkü bu sahada çok güçlü ve kazançlı bir sektör oluşmuştur. (Restorasyon işlerinin mâli değeriyle işçilik değerini bir zahmet karşılaştırsın ilgililer, bakalım ne sonuç çıkacak?)

“Ecdad yadigârlarına sahip çıkıyoruz” iddiası bu nedenle kazanç-örtücü bir slogan olarak iş görmektedir.

***

Kapitalizm kazançtan gayrı hiçbir şeye kutsal atfetmez.

Esas olan kârdır.

İyi, güzel, doğru, vb. hepsi de masaldır kapitalistin gözünde.

“Kârlı mı?” diye sorar tüccar, yanıt olumluysa, yoluna devam eder. Ayaklarıyla neyin üzerinde tepindiğini aklına bile getirmez. Telâfi edilemez ne hatalar yaptığının farkında bile değildir. Kâr –tıpkı kar gibi- hepsinin üzerini örter.

Siyasetçi tüccarın gözüne bakıyor, tüccar ise siyasetçinin sözüne kulak kesiliyor, buraya kadar normal.

Peki ama şu ''kâr'' lekesiyle kirlenmemiş hiç mi vicdan yok bu ülkede ki her geçen gün insanımız/insanlığımız iğrenç beton kütleler arasında eridikçe eriyor?

Kapitalizm seni betona gömüyor ey talib, farkında bile değilsin!

Hem de bu sefer sarığıyla, cübbesiyle, seccadesiyle...

Not: Bugün Cemil Meriç''in doğum günü. Cemil Meriç Üçlemesi''nin üçü de Kapı Yayınları tarafından yeniden basıldı. Mabedin Bekçisi/İşçisi/Savaşçısı. Bu bir. İkincisi, 27 Aralık da Mehmed Akif''in vefat günü. Bu vesileyle Bir Kur''an Şairi''nin de yeni baskısı yapıldı. Sevinçle dostlara duyurulur.

13 yıl önce
Bina çöplüğü hâline gelen bir ülke
Islak zemin
Kara dinlilerle milletin savaşı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’