|
Budala mı, Abdal mı?

— "Bir çocuğun elinden şekerlemesini alırsanız, o hırsından geriye kalanları da fırlatır!"

Yaşamında yeni bir sayfa açmayı beceremeyenlerin en büyük hatası budur işte! Geçmişlerinden ötürü bütün hayatlarını mahvetmeye çalışanların... Nasıl tevbe edeceklerini bilmeyenlerin...

Nedir o hata?

İşlenen günahların ceremesini bütün hayata ödetmek! Kendini kendinden ötürü cezalandırmak! Kısaca, gelecekten ümid kesmek!

Gelecekten, yani O''ndan!

Hakkın rahmetinden!

* * *

Bu tesbit, aslında bir fahişenin savunusundan muktebes.

Kurosawa''nın Hakuchi (Budala, 1951) adlı filminin en etkileyici sahnelerinden birinden.

Kinji Kameda, iki kadın arasında kalmıştır: Bir tarafta sevdiği ve evlenmek istediği Ayako, diğer taraftaysa yazgısından ötürü acısıyla takdis ettiği Taeko Nasu.

Bir fahişedir Taeko. Nasıl arınacağını bilemeyen bir zavallı.

Kameda, Ayako''ya ona niçin acıdığını anlatmaya çalışırken yapar bu tesbiti. "O da aynen böyle!" der;

— "Daha önce yaptıklarından ötürü bütün hayatını mahvetmek istiyor."

İnsanın derûnunda, onun hiçbir eyleminin kirletemeyeceği denli saf ve temiz bir özün saklı bulunduğuna inanan bir bilincin savunusudur bu!

Kirli eylemlerin değil, hiçbir eylemin kirletemeyeceği bir özün, yani vicdanın.

Hakuchi, Kurosawa''nın dehasına tanıklık eden en büyük yapıtlarından biridir.

* * *

Bir sanat eserinde özün biçime galebe çaldığını birçok kereler ispatlayabildiği için severim Kurosawa''yı.

Yorumun gücünü gösterir her defasında. Yabancı bir dile, yabancı bir kültüre ait olsa da bir eserin özünü zedelemeden onu her defasında Japon dilinin ve kültürünün içine dahil edebilmeyi başarmıştır. Hemen herşeyiyle.

Olgusal (fenomenal) anlamıyla değil elbette, zatî (essential) anlamıyla.

Kurosawa, uyarlamalarında her daim içeriği (zatî/özsel olanı) önemseyen bir yönetmendir. Nitekim eleştirmenlerinin ıskaladığı yer de burasıdır: İçerik.

Peki nedir içerik?

Panofsky''ye soralım, o söylesin!

— "İçerik, Peirce''nin tabiriyle, ''sanat eserinin ifşa ettiği ve fakat afişe etmediği şey'' olarak tanımlanabilir. (... as that which a work betrays but does not parade.)

Kurosawa''nın Hakuchi adlı yorumu, diğer denemelerinde olduğu gibi, Dostoyevski''nin Budala''sının özünü de tam mânâsıyla yakalamıştır. Özünü, yani ifşâ edilmiş olsa bile, afişe edilmemiş olan tarafını.

* * *

Kurosawa''nın beyazperdede Kinji Kameda''ya dönüştürdüğü karakterin Rus aslı Lev Nikolayeviç Mışkin, Taeko Nasu adlı Japon dilberinkiyse Nastasya Filippovna''dır.

Gerçekte Kameda gibi, Prens Mışkin de bir uyarlama! İncil''den yapılmış bir uyarlama hem de. Batı sanatının bilinçaltından. Kitab-ı Mukaddes''ten.

Otobiyografik değeri yüksek bir roman olan Budala''nın başkahramanı Prens Mışkin''in Hz. İsa''yı sembolize ettiğinde hiçbir kuşku yoktur. Üstelik yine İncil''den, Aziz Paul''un Korintoslulara Mektub''undan alınma bir terimle, tecennün ve sefahet''le (foolishness for Christ''s sake)...

"İsa uğruna budalalık", Dostoyevski''nin kaleminde bir Hak âşığına dönüşür.

İsa''nın ayaklarını saçlarıyla kurulayacak olan Mecdelli Meryem ise önce Nastasya Filippovna''ya, oradan da Kurosawa''nın eliyle Taeko Nasu''ya.

Maria Magdalena, Batı bilincinin muhayyilesini süsleyen güzeldir. Bakire Meryem imgesini dengeleyen karşıt uçtur.

* * *

İki Meryem.

Hz. Meryem''in geçmişi yoktur. Mabedde büyümüştür. Zekeriya''nın koruması altında.

Tanrı''ya adanan kadın yaşamının sembolüdür o. Betül sıfatını alması da bundandır. Çünkü erkeklerden, dolayısıyla yaşamdan yüz çevirip tebettül etmiştir.

Mecdelli Meryem''e gelince, İsa''yla karşılaşıncaya kadar onun bir geleceği yoktur. Sırf geçmişten ibarettir o! Geleceksiz bir geçmişten. Erkekler tarafından kuşatılmış bir geçmişten. Tekrar ve tekerrürden.

Şuh ve Masumdur. Hem dişidir, hem kadın. İsa''nın nefesi, onu insan mertebesine çıkarmıştır. Günah kadar, ona tevbeyi de öğretmiştir. Arınmayı.

Dostoyevski Mışkin''in karşısına Rogozin''i (Akama), Nastasya Filippovna''nın karşısına da Aglaya Yepançin''i (Ayako) koyar. Nitekim Kurosawa da filmin ana akışını bu dört karakter üzerinden sağlar.

Hakuchi, romandaki gereksiz detaylardan arındırılmış nefis bir uyarlamadır. Eserin özünü, içeriğini gözden kaçırmayan etkili bir yorum!

* * *

Holy Foolishness, Batı kültüründe abdallık, bir tür sefâhet-i ilâhî. Talibin kendini koynuna attığı çılgınlık. Hak ve hakikat uğruna çıldırmak.

Kitab-ı Mukaddes''in 1885 tarihli Osmanlıca baskısında Aziz Pavlus''un sözünde geçen kelime sefih''tir. Zıddıysa âkil.

— "Biz Mesih için sefihiz, siz ise Mesih''te âkilsiniz."

Sefih nedir?

Kur''an''da da kullanılan bu kelimeye Elmalılı Hamdi Yazır, "Hakkın hikmetini bilmez, kayacak noktalarda kendini tutmaz hefif akıllı" mânâsını verir. Mehmed Akif ise, Kur''an''ı tercüme ederken, sefih''e hiç tereddütsüz ''beyinsiz'' karşılığını yakıştırır:

— "İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk eder misin Allahım?.." (A''raf: 155)

Kendisine sefih diyen kavmine bir peygamber "Bende bir sefihlik yok!" ("Leyse bî sefahetun!" A''raf: 67) diye mukabelede bulunur.

Bu yüzden bizim kültürümüzde holy foolishness''in tam karşılığı budalalık''tan çok abdallık''tır.

Mazhar Osman imbecile karşılığında budala''yı, idiot karşılığında abdal''ı kullanırdı. Dostoyevski de, Kurosawa da aslında bir imbecile''i değil, bir idiot''u anlatırlar. Bir budala''yı değil, bir abdal''ı yani.

Abdalı, abdallığı konuşmalıyız, bilhassa Lars von Trier''in Ideoterne adlı eserinden hareketle.

Unutmayın ki Lars''ın İsa''ları hep kadındır. Hayal ve hülya.

Erkek olansa Musa''dır. Yasa ve Balyoz.

14 yıl önce
Budala mı, Abdal mı?
Pınar Başında Susuz Ceylanlar
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir