|
"burada" ve "şimdi"

Türkiye''de hemen hemen bütün fikir akımlarının ve bu arada İslâmcılığın da o eski canlılığını -hem de kayda değer ölçüde- yitirdiğini müşahade etmek, ister istemez insanın içini burkuyor... Öyle ya, ne artık peşpeşe baskı yapan ideolojik yayınlar (kitaplar) var, ne de her ay heyecanla çıkması beklenen fikir dergileri... Gençlerin kendi aralarında gerçekleştirdikleri hararetli tartışmalardan da neredeyse eser kalmadı ortada...

Seyyid Kutub''un Yoldaki İşaretler, İslâm''da Sosyal Adalet, İslâm-Kapitalizm Çatışması, Mevdudi''nin Kur''an''da Dört Terim, İslâm''da Hilafet ve Saltanat, Ali Şeriati''nin İslâm Sosyolojisi Üzerine, Hacc, İnsanın Dört Zindanı, Dine Karşı Din gibi bir zamanlar İslâmcı gençlerin ellerinden düşürmedikleri kitaplarının, bugün fikir ve kültür hayatımız üzerindeki etkileri yok denecek kadar azaldı. Yayıncılar bile artık bu kitapları basmaya pek yanaşmıyorlar, basmış bulunanları ise eskisi gibi kısa bir zamanda bu kitapları tüketmeyi beceremiyorlar.

Bilhassa 80''li yıllardan itibaren Türkiye''deki İslâmcılığın konularını, kavramlarını, terimlerini -Türkçe''ye çevrilen eserleri yoluyla- büyük ölçüde belirleyen Afganlı, İranlı, Pakistanlı, Mısırlı, Suriyeli, Tunuslu, Faslı, Malezyalı düşünürlerin, en nihayet böylesi bir âkibete düçar olacakları o zamanlar kimin aklına gelirdi?! İran İslâm Devrimi''nin etkisi pek öyle kalıcı olmadı ve bugün İranlı düşünürlerin eserleri eskisi kadar yaygın bir biçimde okunmadığı, okunanları varsa bile bu ülkenin İslâmcılarının fikir hayatına eskisi gibi heyecan ve derinlik katmadığı muhakkak. Meselâ bugün kaç kişi Şeriati, Mutahharî, Beheştî, Talaganî, Tabatabaî, Muhammed Bakır es-Sadr gibi yazarların kitaplarına ciddi mânâda başvurmak ihtiyacı hissediyor?

Pakistanlı ve Mısırlı yazarların durumu da pek farklı değil! Sözgelimi Mevdudî, Ebu''l-Hasan en-Nedvî, Ebu Süleyman en-Nedvî, Ziyauddin Serdar, Perviz Mansur gibi -isimleri ilk anda akla gelebilecek- yazarların eserlerini tercüme eden, yayımlayan pek kimse kalmadı ortalarda. Seyyid Kutub''un, Muhammed Kutub''un, Emine Kutub''un, Hasan el-Benna''nın, Abdulkadir Udeh''in, Muhammed Gazalî''nin hemen hemen yazdığı herşeyi okuyan İslâmcılar, acaba bugün hangi kitapları okuyorlar? Kezâ diğer İslâm ülkelerini de dikkate alarak bir düşünelim: Gülbeddin Hikmetyar, Said Havva, Ramazan el-Bûtî, Nasuriddin Elbânî, Fethi Yeken, Malik b. Nebi, Raşid el-Gannuşî, Abbas el-Medenî gibi Afganlı, Suriyeli, Iraklı, Tunuslu, Cezayirli İslâmcı fikirlerine ve eserlerine o eski rağbetin olduğunu söyleyebilir miyiz?

İdeolojik yönü ağır basan ve Soğuk Savaş döneminin mümkün kıldığı bir söylemi seslendiren İslâmcı düşürlerinin kahir ekseriyetinin heyecanla Türkçe''ye çevrilen birçok kitabının yeni baskısı yapılmıyor, yapılanları da eskisi gibi satmıyor. 80 gençliğinin ağzından düşürmediği tagut, inkilab, müstezaf, müstekbir, mele, belâm, cahiliye, dâr''ul-harb, dâr''ul-islâm gibi -bir kısmı Kur''an''dan ve İslâm fıkıh literatüründen iktibas sûretiyle güncelleştirilmiş- terimlerin çoğu, bugün olup bitenleri izah maksadıyla kendilerine başvurulan terimler olmaktan çıkmış durumda.

İdeolojik yönleri ağır basan bu düşünürlerin itibar kaybına uğradığı günlerde, ne gariptir ki eşzamanlı olarak başka bir hâdise meydana geldi ve bu sefer bu ülkenin gençleri nezdinde farklı bir İslâmcılık türü revaç buldu. Öyle ki kısa bir süre içerisinde Seyyid Kutub''lar, Mevdudi''ler, Şeriati''ler, Malik b. Nebi''ler gitmiş, bu zâtların yerini Hasan Hanefi''ler, Nasr Hamid Ebu Zeyd''ler (Mısır), Fazlurrahman''lar (Pakistan), Seyyid Hüseyin Nasr''lar, Abdülkerim Süruş''lar (İran), Muhammed Arkoun''lar (Cezayir), Câbirî''ler (Fas), Nakib el-Attas''lar (Malezya) almıştı; tıpkı kendilerinden önce, Afganî''lerin, Abduh''ların, Reşid Rıza''ların, Ferid Vecdi''lerin, Ali Abdürrazık''ların, Seyyid Ahmed Han''ların, Seyyid Emir Ali''lerin, Şiblî Numanî''lerin, Mevlanâ Muhammed Ali''lerin, İkbal''lerin, yerlerini onlara bıraktıkları gibi, onlar da kendi yerlerini mezkûr zevâta bırakmışlardı.

Hâsılı, bu düşünürlerin herbiri, bu topraklarda yaşayan müslümanların fikir dünyalarına şu veya bu ölçüde dâhil oldular. Bazıları küçük izler bıraktılar, bazıları ise geniş kitleler tarafından hüsn-i kabul gördüler, kendilerine çok sayıda samimi ve gayretli taraftarlar/takipçiler/temsilciler buldular. Seyyid Kutub''un (Mısır), Mevdudi''nin (Pakistan), Şeriati''nin (İran) takipçiliğini yapanlar olduğu gibi, Hanefi''nin (Mısır), Fazlurrahman''ın (Pakistan), Seyyid Hüseyin Nasr''ın (İran) temsilciliğini yapanlar da oldu. Kimileri reformcu veya radikal, kimileri gelenekçi veya muhafazakâr, kimileri ise modernist veya postmodernist olarak tanındı/tanımlandı.

Peki ya şimdi?

XX. yüzyıla vedâ etmek üzere olduğumuz şu günlerde acaba durum ne merkezde? Her çiçekten bal aldığı inancıyla farklı coğrafyalarda yetişmiş düşünürlerin görüşlerini anlamak cehdine koyulan bu ülke İslâmcılarının dünyayı anlama ve yorumlama seviyelerinden ne denli ümitvar olabiliriz? 60''lı yıllardan itibaren başlayan ve esas itibariyle 80''li yıllardan itibaren hız kazanan tercüme hareketinin muhasebesini yapmaya kalkıştığımızda, kütüphanelerimizde yerlerini almış bulunan yüzlerce, hatta binlerce eseri tek tek gözden geçirip bu eserlerin fikir ve kültür hayatımıza yaptıkları katkıları düşünmeye başladığımızda, acaba tercüme eserler yoluyla şekillenen bu tür bir İslâmcılığın verimli olduğunu söyleyebilir, kendi ülkemizin insanlarına kendimizi ifade edebildiğimizden emin olabilir miyiz?

Kütüphanelerimizdeki kitapların muhtevası üzerine yeniden düşünmeye, dilimize pelesenk ettiğimiz kelimelerin medlûlâtını yeniden ve tekrar tekrar hesaba çekmeye acaba ne kadar hazırız? Aslen Mısır için, İran için, Pakistan için, Cezayir ya da Fas için öne sürülmüş tezleri tekrarlamaya alışmış zihinlerimiz, acaba alışkanlıklarını sorgulamayı ne zaman öğrenecek ve daha da önemlisi, üzerinde yaşadığımız toprakların insanlarına, onların diliyle birşeyler söylemek basiretini ne zaman gösterecek? Fikir dağarcığımızı İslâm coğrafyasının birbirinden farklı muhitlerindeki çiçeklerden aldıkları usârelerle beslemeyi itiyad haline getirmiş olan bizler, tercüme kültürünün zenginliklerinden istifade ettiğimiz kadar, bu kültürün bizleri kendisinden yoksun ettiği başka zenginliklerimizin de olduğunun farkına acaba ne zaman varacağız?

Bu suâllere ne tür cevaplar verebileceğinizi, doğrusu tam olarak bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey var; o da tercüme hareketinin bu topraklarda yaşayan müslümanların fikir ve kültür hayatındaki müsbet ve menfi tesirlerinin layıkı vechile ele alınmamış olduğudur.

Öyle sanıyorum ki yerli bir duruşun imkânları üzerinde kafa patlatmadığımız sürece, galiba başağrımız da bir türlü dinmek bilmeyecek!


25 yıl önce
"burada" ve "şimdi"
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti