|
Cihanı hiç başaşağı seyretmeyi denedin mi?

İnsanlar genellikle alışkanlıklarıyla düşünürler. Genel ve yaygın olana eğilim duymalarındandır bu. Güvenli olan, biraz da genel ve yaygın olandır sanılır. Bu nedenle yaygın olan, yayılmış olan, yayıla yayıla genelleşmiş olan, aynı zamanda güven verici olandır.

Muhafazakârlığın en temel karakteristiği biraz da yaygın olandan, yerleşmiş olandan, güvenli olandan, her daim olagelenden yana seçimde bulunmakla neredeyse eştir.

Kısacası muhafazakârlık doğru ve gerçek olanı korumanın adı değil, bilâkis genel ve yaygın olanı korumanın adıdır: bir tür garanticilik... riske girmeme... hep aynı yerden, aynı noktadan dünyayı seyretme... hareket etmeden seyretme... pozisyon değiştirmeme... olanı sırf olduğu için ve bir kez daha olabileceği için onaylama... onay sayısının artmasının sağladığı hız ve hazla sırtını olup bitene dayama... evet, bir tür herkesleşme...

Bakınız, Namık Kemal dikkatimizi hangi tarafa çeliyor:

Cihânı başaşağı seyrediş bir hoş temâşâdır!

* * *

Sizce de düşünmeye değmez mi: Acaba dünyanın duruşu ile onun karşısında kendisini konumlayan ben''in duruşu arasında vukû bulan karşıtlığı öncelikle üstlenmesi gereken taraf hangisi?

Dünyanın akışına karşı koymak, dünyaya tersinden bakmak, mümkün olduğunca aykırılığı, ayrıksılığı seçmek, sanki daha soylu, hatta daha kışkırtıcı gibi görünüyor ve ister istemez dünyaya muhalif bir duruş —özellikle gençler tarafından— daha seçkin bir konumda yer almakla eş tutuluyor; tutulmalı da.

Tam da bu noktada, Namık Kemal''in başaşağı seyrediş sözleriyle ifade etmeye çalıştığı şeyi çoğu kişinin bu yönüyle yorumlayıp meseleyi kabaca ters bakış olarak işaret edilen pozisyonla ilişkilendireceği gerçeğinden kuşku bile duymamız gerekmiyor aslında.

Ters bakış, yani muhalif olmak... farklı olanı vurgulamaktan hoşlanmak... dikine gitmek... delicesine davranmak... mümkün olduğunca çokluğun içinde ve ellerimiz başımızın arkasında sırtüstü uzanıp el-âlemi seyretmektense, azınlığın içinde kalıp adına el-âlem de denilen o kürenin karşısına geçip bize denk gelen yüzeyine avuçlarımızla dayanmak... ve bir ayağımız geride onu tersine çevirmeye, aksi istikamette itmeye uğraşmak... üstelik o üzerimize evrildikçe, devrildikçe ayaklarımız gitgide toprağa gömülse de buna aldırmayıp inadına yerimizden kımıldamamak...

Sanıyorum bütün bunlar cihânı başaşağı seyredişin bedeli.

VE kimsenin kuşkusu olmasın ki hakikaten hoş temâşânın başlıca koşulu.

* * *

Benim kabullenmekte güçlük çektiğim husus da ne ilginçtir ki burası: yani kendime dünyanın tam da karşısında yer biçmek... kürenin evrildiği yönün karşısına geçtiğimi varsayıp onun aksine, tersine, zıddına gitmeye çalışmak... hiç değilse böyle bir seçeneği işaretlediğimi sanmak...

İşte bu pozisyon, —niçin söylemekten çekineyim!— hiç de bana göre değil!

Galiba en doğrusu, henüz vakit varken, yavaş yavaş çevremde birikmeye başlamış olan kalabalığın içinden usulce sıyrılıp saçlarımdan kavradığım kendimi böylesine safdilâne bir vehmin taraftarları arasından çekip almak...

Öyle ya, ben nasıl olur da bu devrana muhalif olduğumu söyleyebilir, onun tersine gittiğimi, gitmeye çalıştığımı iddia edebilirim? Üstelik bir de Fuzûlî''nin şu dizeleri biteviye zihnimde yankılanıp dururken:

Ey Fuzulî daima devran muhaliftir sana

Galiba erbab-ı istidadı devran istemez

* * *

Dünyayı başaşağı seyretmem halinde, onun ile aramdaki çatışmanın sona ereceğinden zerre kadar kuşkum yok. Niçin amuda kalkmalıyım ki? Evet, neden dünyanın evrildiği yöne doğru kendimi çevirmem gereksin?

Ters duran, yol kesen, durmaması gereken yerde duran ben değilim, bilâkis o!

Muhalefeti ben seçmedim; bilâkis bana muhalefet eden, beni gittiğim istikametten çevirmek, sözümona bütün heybet ve haşmetiyle yoluma dikilip gidişimi engellemek isteyen asıl o!

Mülevves elleriyle güya yakama yapışıp özümü gerçekleştirmemi engelleyeceğini sanan ve özüme uygun davranmamdan rahatsızlık duyan da yine o!

Karşımdan çekilmek ona düşüyor; zira karşıma çıkan kendisi! O kendi doğasına uymalı, ben de kendi doğama. Yapmam gerekeni nasıl olur da yapmaktan vazgeçerim? O varsın istemesin, varsın oyuncaklarını geri istesin! Ben onlara hiç talip olmadım ki! Beni eğlendirmek amacıyla önüme attıklarına başımı bile çevirip bakmadım ki!

Beni her iki anlamıyla da eğlemek, eğlendirmek isteyen dünya, öylece durup oyuncaklarıyla eğleneceğime, yerimden kımıldamayacağıma, güya eğlenip eylemeyeceğime nasıl inanabilir?

Biliyoruz ki o hiçbir zaman iktidar sahibi olamadı. Onun bütün işi gücü muhalefet... tüm yaptığı baştan çıkarıcılık... genel olanı, yaygın olanı, güven verici olanı elinde tuttuğuna inandırmak Hz. İnsan''ı...

Oysa bakınız Fuzûlî ne demiş olanca açıklığıyla!

Muhalif devrden gülgûn şarabı kane değşirdim

Surudun çeng ü udun nâle vü efgane değşirdim

Hz. İnsan''a muhalefeti icabı onu yürüyüşünden eğlemek/eğlendirmek isteyen dünyanın sunduğu gül kokulu şarapların yerine kan içmeyi seçtim; işret meclislerinde sazlar eşliğinde neşeli kahkahalara garkolmak yerine, yalnızlığın kuytu köşelerine çekilip tek başıma feryad u figan eylemekle yetindim.

Size tavsiyem, ne değişin, ne de değiştirin; sadece değşirin!

Not: 29 Mayıs, Cuma günü, saat 17.00''de Taksim Atatürk Kitaplığı''nda. Son ders. Hem vuslat, hem firak. Tıpkı yaşam gibi.

15 yıl önce
Cihanı hiç başaşağı seyretmeyi denedin mi?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi