|
Çok uyanıklar ve çok kalabalıklar

Ayrılık üzerine konuşmayı sürdüreceğiz. Ayrılığın iki tarafını: o tarafı, o tarafta kalanı; bu tarafı ve bu tarafta kalanı. İki tarafı da.

Ayrılmak, en azından ikiye ayrılmaktır. İkiye, yani iki tarafa.

Dikkat et, ey talib, ikiye ayrılabilen her şey, daha fazlasına da ayrılabilir.

Ayrılmak demek, bölünmek demektir. Bir başka açıdan ise, bir gövdeden bağını koparmak demek. O gövdeden bağımsızlığını kazanmak. Bağımsızlık karşılığında eskiden ''istiklâl'' kelimesi kullanılırdı. İstiklâl, Arapça ''kıllet'' (azlık) kökünden gelir.

Dilin cilvelerinden, gerçekte, istiklâl, azlığı, azalmayı istemek demektir. Bir bütünden kopan, bir gövdeden ayrılan her parça, gerçekte azalmayı istiyor demektir. Bağımsızlık böyledir; tek başına kalmak, yalnızlaşmak demektir. Kısacası, müstakil (bağımsız) kalmak, hiçbir gövdeye bağlı kalmamak, mümkünse, bağlanmamak demektir. Ne ki bölünen her şey, bir daha bölünebilir. Başka bir deyişle, bütünden koptuğu/kopabildiği için ''parça'' adını alan her şeyin kendisi de parçalanabilir. Parçalanmak bir parçanın yazgısıdır.

* * *

Hiçbir anne, parçasının kendisinden ayrılışına rıza vermez; parçasının, yani yavrusunun...

Doğum, anne açısından değil, başkaları açısından ayrılık olarak telâkki edilir. Annenin zihninde ayrılık hiç gerçekleşmez. Değişiklik sadece birliğin, birlikteliğin formundadır; kendisinde değil. Anne hep bütündür. Değilse, yeniden bütün olmak, bütün görünmek ister.

Çocuğunun ayrılışı, annenin gözünde, hep bir yönüyledir. Bir yönüyle ayrılış... zarureten... ne kadar mümkünse o kadar... Çocuk da ayrılmayı istemez. Ayrılmak zorundadır. Ayrılığı kabullenmek zorundadır. Ayrılamazsa, kabullenemezse, hastalanır. Her fırsatta geriye dönmek ister. Kendi evinden anne/baba evine... okuldan eve, annenin kucağına... tâ cenin hâline kadar, ilk cennetini arar; anne rahmindeki ilk bilinçli saadeti... ilk evini... sevinçle tepindiği o ilk döşeğini... anneciğinin karnını... huzur ve sükunu...

Huzurunu kaybetmeye görsün, insan huzursuzlanınca hemen iki dizini de karnına çeker; büzüldükçe büzülür; cennetine geri dönmeye çalışır. Isınmak ister. Şefkat ve merhamet ister. Annesini ister.

Huysuz ve aksi tiplere dikkatle bakarsanız, hepsinin derûnunda da büyük bir şefkat ihtiyacının saklı kaldığını görürsünüz. Şefkatsiz kalmışlardır. Annesiz. Bütün çabaları şefkat yoksunluğundan kaynaklanan kişilik erimesini telafi etmeye yöneliktir. Bütün hırsları... bütün huysuzlukları...

* * *

Huysuz ve aksi tipler... yani erkekler... erkek çocukları...

Söylemin erkeksiliği dilin her tarafından sızıyor. Boşuna. Erkeksilik saklanamıyor.

Kız çocuklarının, anneyle sorunları ikincildir. Telâfi edilemez değildir hiçbiri. Kız çocukları için telâfi edilemez olan, babanın, babalığın eksikliğidir.

Anne yoksunluğunu kendi iç yetenekleriyle telâfi edebilir bir kız çocuğu. Annesini içinden çıkarabilir. Annesini bulamazsa kendisi anne olur. Keza bir erkek çocuğu da aynı şekilde baba yoksunluğunu kendi iç yetenekleriyle telâfi edebilir. Babasını bulamazsa kendisi baba olur.

Sorun şurada: Bir kız çocuğu babadan (emniyet ve güvenden), bir erkek çocuğu anneden (şefkat ve merhametten) yoksunluğunu nasıl telâfi edebilir, etmelidir?

* * *

Anneyi içinden çıkarmak isteyen erkek çocuğu ile babayı içinden çıkarmak isteyen kız çocuğunun trajedisi, çağdaş dünyada daha da görünür bir surete büründü: erkekleşen kadınlar, kadınlaşan erkekler.

İnsanlık, şefkat ve güven sorununu, çağımıza değin, hiç bu denli zalimce çözmeyi denememişti.

16 years ago
Çok uyanıklar ve çok kalabalıklar
Hüzünlü bir portre üzerinden siyaset analizi
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…