|
Düşün Adı

Bir sonbahar gecesi, mürid uykusundan sıkıntıyla uyanır. O sırada başucunda oturmakta olan ustası sorar: - Bir kâbus mu gördün?

- Hayır!

- Kötü bir rüya mı gördün?

Yine “Hayır!” diye cevap verir genç mürid, gözleri yaşlı bir hâlde:

- Bilâkis çok güzel bir rüya gördüm.

- Peki o hâlde niçin bu kadar üzgünsün?

- Efendim, ben gerçekleşemeyecek denli güzel bir rüya gördüm!

Bu diyalog, Güney Koreli yönetmen Kim Ji-Woon''un, Türkçe''ye “Acı Tatlı Hayat” diye çevrilen “A Bittersweet Life” (2005) adlı filminin finaline iliştirilmiş bir Uzak-Doğu menkıbesi.

Usta''nın cevabı yok. Çünkü yönetmenin amacı bakımından, genç müridin inkisarına hikâyenin ancak bu kadarıyla bir gerekçe bulunmuş oluyor.

Ulaşılamayacak olanı arzulamak. Ulaşılamayacak olana doğru koşmak, kanatlanmak. Aşık olmak kısacası. Tutulamayacak olanı tutmaya çalışmak. Tutamamak. Sadece tutulmak. Ve dahî tutuklanmak. Bile isteye. Bile bile. Bedelini göze alarak. Seve seve.

Burada garipsenecek ne var?

Tutkunun özü, tutmaktan çok tutulmak değil mi zaten? Sürüklenmek. Çekilip alınmak. Kendinden.

Evet, öyle. Sadece mükâfatı değil, sermayesi de yüksek hazdır tutkunun. Saf haz. Bütünüyle. Yarar için, çıkar için değil, bilâkis, sadece tutkunun, tutku sahibi olmanın o kendine özgü yüksek hazzını yaşamak için...

Gerçekleşemeyecek bir rüya gördüğü için kişi mahzun mu olmalı?

Hayır! Hayali rüyada gerçekleşmiş ya, daha n''olsun?

Az şey midir bir idealin hayalini görmek, uyanıkken veya uykudayken?

Dış-dünyada gerçekleşsin veya gerçekleşmesin hayal sahibi olmak?

* * *

Perşembe akşamı sevgili dostum Ali Saydam''ın gözlerinin içi gülüyordu.

Öyle ki gözlerindeki parıltı, zor bir işin üstesinden gelmiş olmanın bir ifadesiydi; hakkı olan bir itminan duygusuna ulaşmanın bir ifadesi...

Çünkü yıllardır gerçekleşmesi güç bir düşü yedeğine almış yürürken, şimdi o düşü gerçek olmuştu: Bersay İletişim Enstitüsü (BİE)

Bence, özünün açılımı: Weltanscauung Merkezi

Titiz bir uzmanlık kütüphanesi. Şirin bir Cafe''den geçerek içine akabildiğiniz hoş bir konferans salonu. Ve İstanbul entelijansiyasını kendine hayran bırakacak bir ''okuma'' dersleri dizisi: hayatı okuma, insanı okuma, kendini okuma...

Okuma kelimesinin soyut anlamıyla değil, bilakis somut anlamıyla da... Müziği okuma, sinemayı okuma... Ama her hâlukârda “Weltanschauung” anlamında ve bir dünya görüşü içerisinde...

* * *

Pek önemsediği, James Grunig''in “Halkla İlişkilerde ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik” adlı kitabına atfen, Saydam, şöyle bir açıklama yapıyor:

- “İki şey anlaşılıyordu bundan. Hem sağlam bir dünya görüşünüz olacaktı (ne olmasından çok; sağlam, derinlikli ve kendi içinde tutarlı olması önemli), hem de çevrenizdekilerin dünya görüşünü belki benimseyecek değil ama “anlayacak ve takdir edecek” entelektüel derinliğe sahip olacaktınız. Zor iş... Ama imkânsız değil... Artık bu noktada Bersay İletişim Enstitüsü (BİE) kurulabilirdi.”

En nihayet, bu gerçekleşmesi zor düş, gerçekleşti, BİE kuruldu ve 15 Ekim''den itibaren de dersler başladı.

I. İletişimde Mükemmellik

II. İletişimde Profesyonellik

Ardından da okumalar...

Dikkat ediniz lütfen, Saydam''ın heyecanı şu satırların arasından nasıl da sızıyor:

- “Okumak” üçlü bir konsept altında gerçekleşmeliydi: Eğitim, Eğlence ve Estetik (3E)... Bedii (estetik) olmayanın yaşam kültürüne bir katkı getirmesi mümkün değildi... Eğlenerek öğrenmek ise insanlara mahsus ve onlara lâyık bir tutumdu. BİE, işte böyle bir yoldan giderek, sektör ve “yolu iletişimden geçen herkes” için bir ''Weltanschauung'' Merkezi olmayı hedefliyor.” (www.bersay.com.tr)

Sevgili Saydam''ın gözlerinin içi gülmesin de kimin gülsün?

* * *

İnanmayacaksınız ama benim bile gözlerimin içi güldü. Geçen Perşembe akşamı.

O akşam “Dünya Görüşü ve Dil” başlıklı bir ders verdim. İletişim camiasının üst düzey yöneticilerinden oluşmuş bir dinleyici kitlesi vardı karşımda. Neler konuşmadık ki? Auguste Rodin''in eli ellerimizde. Ders üç saatte bitmeliydi, beş saatte bitti. Dinleyiciler de. Ben de.

(Şaka şaka!) Derslerimdeki tek sermayem talebenin (taleb edenin) gözlerindeki parıltıdan ibarettir. Yegâne ücretim zekâ parıltısı. Görürsem coşarım. Göremezsem susarım.

Karşımda taleb eden zekî bir kitle vardı. Gözlerinde de ışıltı. Ben de coştum. Doğal olanı buydu. Doğurucu olanı.

Birkaç yıl içinde, BIE, İstanbul entelijensiyasının kalbinin attığı bir merkez hâline gelirse, hiç şaşırmam. Bilâkis ülkemde düş gören bir adam, adam gibi bir adam daha gördüğüm için şükrederim.

* * *

Not 1: 2 Kasım 2008 Pazar günü, Tüyap Fuarı''nda, Etkileşim Yayınları standında kitaplarımı imzalayacağım. Saat: 13.00-17.00 arası.

Not 2: Uzun bir aradan sonra en nihayet “Metafizik Soruşturmalar” başlıyor, hem de kadim mekânımızda. Taksim Atatürk Kitaplığında. İlk Salı. Hep Salı. Akşamleyin. 4 Kasım Salı akşamı.18.30''da.

Bu ay Üsküdar dersleri de başladı. İlk ders 7 Kasım Perşembe akşamı. Altunizade Kültür Merkezi''nde.

Bir düş için. Bir düş olsun görebilmek için.. Ne olursa olsun ''düşmek'' için. Bir cemre gibi. Toprağa. Denize. VE bir de bu ülkede hâlâ düş görebilenlerin düşüne; düşüne düşüne...

15 yıl önce
Düşün Adı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi