|
Geceleri İstanbul"u nasıl yakıyorlar, görüyor musunuz?

Bir dağın zirvesinden eteklerine sesleniyor olsaydım da muhataplarım alçakta ve/veya çukurda bulundukları için sesimi yeterince duymasaydılar, bu duruma pek aldırmaz, yaşanan iletişimsizlik sorununu, sınıfıma özgü o kahrolası entelektüel şımarıklıkla izah ederdim. Beni duymuyorlar, duysalar bile anlamıyorlar, şaşıracak ne var der, geçerdim.

Yahut...

Bir kör kuyunun tâ dibinden avazımın çıktığı kadar haykırıp sesimi yukarılarda, tepelerde, zirvelerde, hatta bulutların üstünde dolaştıklarını sananlara iletmek isteseydim de sesimi duymasaydılar, muhtemelen ya kendimi beceriksizlikle suçlardım, ya da onları vicdansızlıkla. Kimbilir belki de yargılarımı "ya-ya da" ile değil, "hem-hem de" kipiyle birbirine bağlar, nöbet yerini terkedenlere sadece gafleti değil, ihaneti de yakıştırırdım.

Oysa ne ben dağın tepesinde, onlarsa eteğindeler, ne de onlar bulutların üstünde, bense kuyunun dibindeyim. Bilâkis her iki taraf da aynı dünyanın içindeler, aynı mekânın. Üstelik karşı karşıya. Neredeyse dizlerinin birbirine değeceği kadar yakınlar.

Garip olan da burası. Sesim yine duyulmuyor. Sanki boşa konuşuyorum; boşuna konuşuyorum.

Hakikat de böyle mi bilemiyorum, lâkin hissiyatım aynen böyle. Sanırım, bu yüzden, son kez konuşuyorum.

* * *

Her büyük şehir gibi İstanbul da aydınlatılıyor. Neredeyse yirmi yıldır camiileriyle, saraylarıyla, tarihî yapılarıyla ışıklandırılan bir şehir artık İstanbul.

Reng-â-renk.

VE boğaz köprüsüyle.

Geceler artık karanlık değil. Aksine apaydınlık. Muazzam bir ses ve ışık gürültüsüyle İstanbul''un göğsüne çöken bizzat gecenin kendisi çünkü.

Milyonlarca parmak milyonlarca düğmeye hep aynı anda basıyor. Kornaya basar gibi. İnatla. İştahla. Hınçla.

İstanbul her akşam floresan lambası gibi yanıyor. Floresan beyazlığında yanıyor. Ampüle inat. Bazen iki beyaz, çiğ seslerine aldırmadan birlikte düet de yapıyorlar.

* * *

Beyazın daha kaç tonu vardır, bilir misiniz?

Hele bir de siyahın.

Siyahın, karanın, karanlığın değerini bilir misiniz? Hangi siyahın hangi beyaza yakıştığını tahmin edebilir misiniz?

Geceleri Süleymaniye Camii''ni görünür kılan ışığın rengini merak edip o ışığı Sultanahmet Camii''ni bürüyen ışığın beyazıyla karşılaştırmayı hiç denediniz mi? Galata Kulesi''nin ışığıyla ya da?

İstanbul''a reva görülen bu çiğ ışıkları kiminle tartışacağız? Muhatabımız kim?

Beyazların sorumlusu kim?

Rengin sorumlusu? Köprünün üzerindeki tüm cırtlak renklerin?

İstanbul''un?

* * *

Sorumlusu benmişim gibi yazıyorum. Kendimle konuşuyormuş gibi. Hüzünle. Sanki kendi karşıma kendim konmuşum gibi.

* * *

Hangi firmalar, hangi gerekçelerle ve nasıl bir anlayışla aydınlatıyorlar İstanbul''un siluetini? Pek tabii ki İstanbul siluetine damgasını vuran camiilerini, saraylarını, surlarını, tarihî yapılarını?..

Aydınlatmanın, ışıklandırmanın sıhhatini, isabetini-isabetsizliğini tartışmayı bir kenara bırakıp soruyorum, yetkililer hangi rengin niçin tercih edildiğini biliyorlar mı?

Boğaz Köprüsünü kimler, niçin bu zevksiz, mânâsız, duygusuz renklerle ışıklandırıyorlar?

İzni alınmaksızın beyazla kirletilmiş nefret dolu açık mavinin ne işi var o metal şalın üzerinde?

Peşisıra, itile kakıla, sürüklene sürüklene, ardarda sahneye çıkartılan o zavallı lacivertlerin, kırmızıların, yeşillerin, sarıların ne günahı var?

Eminönü altgeçidini tıkabasa dolduran renk cümbüşünü İstanbul''un semalarına kim niçin reva görür?

Niçin o renkler? Niçin o sırayla?

O bayağı terkibin, o düzeysiz kompozisyonun mânâsı ne? Mânâsı ve maksadı?

Seçilen renkler neyi temsil ediyor? Hangi duyguyu? Hangi zevki? Hangi uyumu?

Nitelik ve nicelik. Zaman ve mekân. Bu tercihler hangi estetik zevkin mahsulü? Hangi mühendisin? Hangi bürokratın?

* * *

Renklerin bir anlamı vardır, temsil ettiği bir değer, bir duygu. Yanyana gelişleri dahî gelişi-güzel olmaz; nisbet ister, münasebet ister, tenasüb ister. Oranlarıyla, geçişleriyle, omuz omuza verişleriyle. Renkler de fesahat ve belâğat ister. Şiir gibi. Şiiriyet gibi.

Gerekçelendirilmedikçe, Boğaz Köprüsü''nü aydınlatmak /ışıklandırmak için tercih edilen renk tayfını, nazar ve temâşâya saygı duymayan bir hoyratlığın mahsulü görmekte herhalde mazur sayılırım.

Yetkililerden bu soruna dair nezahet ve nezaket, halktan ve aydınlardan ise destek ve duyarlılık bekliyorum.

Kendim için değil, İstanbul için.

Boğazı örten o metal şalın haysiyetini ele güne karşı korumak için.

15 yıl önce
Geceleri İstanbul"u nasıl yakıyorlar, görüyor musunuz?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’