|
Göz taşlamak

Schautrieb... Türkçe''de terim değeri kazanamamış bir kelime.

Anlamını tesbit uğruna kendini helâk eden zekâlar var mıdır ülkemizde, bilemiyorum.

Muhtemelen yok.

Nedenini tahmin etmek güç değil.

Birincil neden, mensubu bulunduğumuz kültür havzasının engelleyici zihinsel kodları.

Bakma''nın/görme''nin ne idüğünü öğrenmek konusundaki isteksizliğimiz —daha açık söylemek gerekirse— iradî nedenlere bağlı değil. Yani eşyayı gözlerimizle kavrama konusunda isteksiz oluşumuzu kişisel seçimimizin bir sonucu olarak açıklayamayız.

Bu nedenle bir klişe kullanmaktan kaçınmayacağım: Bu isteksizliğin temelinde kollektif bilinçdışımız var.

İtiraf etmek gerekirse bizler eşyayı gözlerimizle değil, kulaklarımızla kavramak itiyadındayızdır.

Göz atmaktan çok kulak kabartmayı severiz. Çünkü biz Göz Medeniyeti''nin değil, Söz Medeniyeti''nin çocuklarıyız, hem de "Hars millî, medeniyet ise beynelmileldir" diyen Ziya Gökalp''a inat.

* * *

Coğrafya (mekân) ve tarih (zaman) insanın bilme tarzını (bakışını) —hem de derin bir biçimde— belirler. Bizim bakışımız da, bilme biçimimiz de kendi coğrafyamız ve kendi tarihimiz tarafından belirleniyor. Bu kaçınılmaz.

İnsan olarak bizler sadece —mutlak anlamıyla— zaman ve zemîn''in değil, bilâkis muayyen bir zaman ve zemînin de tasallutu altındayız. Muayyen bir zaman ve zemînin, yani muayyen bir tarih ve coğrafyanın...

Özgürleşmek, kendimizi içinde bulduğumuz zaman ve zemîn''in bize kazandırdığı kavrama zenginlikleri kadar, bizi kendisinden mahrum ettiği/edebileceği kavrama yoksunluklarının da farkına varmakla başlar.

* * *

Hiçbir ölümlü, mutlak zaman ve zemînin dışına çıkmayı başaramaz, ama eğer isterse dünyaya muayyen bir zaman ve zemînin dışından bakmayı becerebilir.

Düşünmenin en asîl görevi de budur: "kendi üzerine katlanmak".

Düşünme kendi sınırlarını bilmek ister; geçici ve kalıcı sınırlarını...

Nitekim Kant''a göre zaman ve mekân ''görü''nün (anschauung) zorunlu sınırlarıydı. İnsanın bu iki kategorinin belirlenimlerinden âzade biçimde eşyayı idrak etmesi mümkün değildi.

Bu fakir de der ki: tarih ve coğrafya, yani muayyen zaman ve muayyen mekân da insan bilincinin geçici sınırlarını belirler. İnsan isterse bu sınırların ötesine geçebilir, yaşadığı dünyada farklı zaman ve zemînler olduğunu da görebilir.

Böylelikle hakikat''i muhtelif taayyünlere feda etmeyip düşünmenin ışığını pekâlâ farklı belirlenimlerin güçlü ve zayıf tarafları üzerine düşürebilir.

Eğer isterse...

* * *

Schautrieb terimini açıklamak sadedinde "karşı konulamaz görme isteği" denilebilirdi. Bir tür görme merakı... eşyayı gözle kavrama arzusu...

Dikizcilik mi?

Cinsellikle kayıtlı bir bakma iştihası, bir bakma şehveti mi?..

Biraz öyle. Çünkü gözetlemekten alınan hazzı da imliyor.

Schautrieb dikizcilik değil ama sonuçta bir dikizleme hassası. Oysa dikizcilikte bir aşırılık var, bir bozukluk. Skopofili''nin ta kendisi. Halk arasında röntgencilik de denen nevroz. Fransızlar kibarca voyeurisme diyorlar. Bakmak isteğini engelleyememe. Bakmaktan kendini alamama. Bir takıntıdan çok bir saplantı, özellikle cinsellikle kategorize olan fetişlerin eşlik ettiği bir hastalık.

Lâkin Schautrieb tam anlamıyla bunların hiçbiri değil.

Türkçe''de ona en yakışanı tecessüs kelimesi. Hani şu usul usul kenara itilen tecessüs.

Mütecessis ile casus''un aynı kökten olduğu hatırlanırsa, Schautrieb için neden bu sözcüğü teklif ettiğim de anlaşılır sanırım.

Meslekten olanlar schau-trieb''de saklı hazzı görmekte zorlanmazlar. Nitekim bir anlamı da Schaulust''tur terimin: bakma zevki. Mücerred bakmaktan ziyade bakmanın verdiği hazza iltifat etmek.

* * *

Algının % 65''inin görme duyusuna dayandığı söylenir.

Eşyaya bugün çoğunlukla göz aracılığıyla temas ediyoruz. Göz artık doğulu bilincin de biricik hassası.

Oysa Kur''an tecessüsü yasaklar. Mahrem olan, büyük ölçüde göze mahrem olandır. Bu nedenledir ki bakmaktan ve bakılmaktan hoşlanmayız.

Kimsenin kuşkusu olmasın ki görülebilir/gösterilebilir olanın bilincimize örtük negasyonuyla yüzleşmedikçe Doğu toplumlarındaki modernleşmenin sosyo-psikolojik sancıları devam edecektir.

* * *

Göz taşlamak Anadolu halkına özgü bir eylem biçimi.

Duvar resimlerindeki insan suretlerinin gözlerini çıkarmanın (kazımanın) bir diğer adı.

İnsan suretini resmetmek haramdır diye resmi taşlamaz bizim insanımız. Öyle olsaydı resimlerin (hiç değilse yüzün) tamamını silmeye çalışırlardı. Fakat taşlanan sadece gözler. İnsan tasvirlerinin sadece gözlerini oyuyorlar Anadolu''da.

Bakmaktan hoşlanmadıkları için değil, aynı zamanda bakılmaktan da hoşlanmadıkları için.

Sırf nazar değmesin diye. Kendilerince nazardan sakınmak için.

Bakan her nesnenin gözünü oyuyorlar.

İçi acımadan kim gezinebilir Kapadokya''da?

Maalesef gözlere kasteden taşları tutan o eller bizim ellerimiz.

* * *

Bu vesileyle tecessüs ile nazar arasındaki bağ irdelenebilir.

Bu yolun sonu pek garip bir biçimde psikolojik bir zaafa varacaktır. Hased''e...

Hased''den korkan bir toplum ister istemez bakmak''tan da bakılmaktan da hoşlanmayacaktır.

Tecessüs öldürür bizi.

Peki ya nazar?

İki tarafı keskin bıçak. Ulema nezdindeki nazar''dan nazariye (teori) hâsıl oluyor, avamın nezdindeki nazar''dan hased...

* * *

Bil ki ey talib, insan kendisiyle yüzleşmek istemez!

Toplumlar da öyle.

Gaflet sıcak mı sıcak ana kucağıdır bilincin.

Haydi, kapa gözlerini!

Düş içinde düş gör!

Ve fakat sakın düşünü kimseye anlatma!

Allah korusun, belki bir nazar değer sana!

Not: Ders 9 Kasım''da. Taksim-Tünel''de. Bu sefer 18.30''da.

13 yıl önce
Göz taşlamak
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset