|
Hepimizin suçu bu: burada olmak!

— Seni öldüreceğiz babalık! Hepinizi... Seni... ve o domuzu... ve şu insan evlâdını...

— Şaka yapıyorsun, değil mi?.. Peki neden?.. Suçumuz ne ki?.. Neden bizi de? Bizim suçumuz ne?

— Buradasınız. Buradasın babalık! Suçun bu! Hepimizin suçu bu! Burada olmak! (That''s what we all have done! We''re here!)

***

Hepimizin suçu bu: burada olmak!

Evet, bütün suçumuz, burada olmak!

Walter Grauman''ın “Lady in a Cage” (1964) adlı filminin belki de zihnime kazınan en etkileyici çığlıklarından biri!

İnsan varoluşundaki anlamsızlıkla bir anda yüzleşme! Olabilecek en sade ve en basit hâliyle ''abes''le yüzleşme!

Abes! Yani saçma! Yani anlamsız! Yani boşluk ve hiçlik!

Abesi bir anda, hem de böylesine çıplak bir surette insan bilincine çarpan nedir peki?

Ölüm!

Nedensiz şiddet aracılığıyla aniden insana yüzünü gösteren ölüm!..

***

Ateşten zehrini tattım bu okun / Bir anda kül etti can elmasımı / Sanki burnum değdi burnuna ''yok''un / Kustum öz ağzımdan kafatasımı. (Necip Fazıl Kısakürek)

***

Ölüm, insanı abese irca eder! Reductio ad absurdum!

Acaba gençler bu güzelim tabirin anlamını bilirler mi: Abese irca etmek! Birine bir şeyin saçma olduğunu göstermek.

Sırf ''burada'', ''bu-arada'' bulunduğumuz için ölecek olmamız, bir anda bizi abese irca eder! Aniden hiçleşiriz. Bir anda burnumuz değer burnuna yokun! Ölüm korkusundan.

Burada.

İnsan o anda kusar öz ağzından kafatasını.

***

Nedensiz şiddetle karşılaşan her bilinç, ''abes''le tanışmış demektir! Saçma''yla... absürd''le... anlamsız''la...

Lütfen totoloji olarak telâkki etmeyiniz: nedensiz olanla ve/veya nedensizlikle...

İnsan zihni nedensizi kavrayamaz. Aslâ!

Evet, aslâ, nedensizi anlayamaz! Açıklayamaz da.

Anlayabilmesi ve açıklayabilmesi için, o nesneyi, o durumu, o olguyu bir nedensellik zincirinin içine yerleştirebilmesi gerekir. Yerleştirebilirse bir anlam vermiş, yani o nesne veya durum ya da olguya anlaşılabilir/açıklanabilir bir form kazandırmış olur.

Aksi takdirde boş boş bakmayı sürdürür. Hiçliğe... kendine... varoluşuna...

***

Bu temanın etrafında verimli bir tartışma oluşturabilmek için, pekâlâ daha ünlü bir metinden yararlanabilirdim: Anthony Burgess''in A Clockwork Orange adlı romanından...

Pek tabii ki sadece bir edebiyat eseri olarak değil, bir sanat eseri olarak da... Yani, Stanley Kubrick''in 1971''de aynı adla sinemaya uyarladığı etkileyici yorumu aracılığıyla da...

***

Bu vesileyle hemen burada küçük bir parantez açmak isterim:

A Clockwork Orange, Türkçe''de, nedense Otomatik Portakal olarak tanınır. Fransızların çevirisi ise biraz farklı: “Orange mécanique”.

Otomatik veya mekanik, önemli olan burası değil! Asıl önemli olan, terkibin ''orange'' kısmı!

Bu deyimin tam karşılığı, bence, şöyle verilmeliydi: “Otomatik Mahluk” (ve/veya “Otomatik Hayvan”)

Yani: ''Robot''.

Evet, Otomatik Mahluk, gerçekte bir robottur, yani bir şiddet makinesi. İrade ve vicdandan mahrum bir makine. İnsan bilincini her eyleminde abesin o boş ve soğuk yüzüyle karşılaştıran bir şiddet makinesi.

Dilerseniz, kısaca romana bir göz atalım:

— “İsim otomatik portakaldı. J.S. Bach dinlerken anlamını daha iyi çakozladım ve o eski Alman ustanın kahverengi muhteşemliğini dinlerken, keşke o ikisini daha çok marizleyip kendi evlerinde lime lime doğrasaydım diye düşündüm. (s. 30)

Bu şiddet makinesini, Alex DeLarge''ı, pek tabii ki bir de Kubrick''in yorumuyla tanımalı!

Bütünüyle insanın doğasını. Bir diğer deyişle, insandaki hayvanı!

***

Tekrar Kafesteki Kadın''a dönelim, ve iki anlatının ortak noktasını görmeye çalışalım:

— “Nasıl yaratıklarsınız siz? Hayvanlar bile sizlerden daha merhametlidir.

— Ne yani, sen çok mu mukaddes birisin? Sen... sen bir hayvan değil misin?

— Ben bir insan evlâdıyım. Düşünen, hisseden bir varlığım.

— Ama ben bir hayvanım. Şu anda tam bir hayvanım. Çoğu zaman hayvan bile olamam. Çoğunlukla şu ''mahkûm'' dedikleri şeyimdir ben!”

Nefis bir sahnedir bu! Kara filmin en başarılı örneklerinden.

Seyredin ve tartışın!

Bu vesileyle içinizdeki hayvana, hayvanınıza dikkatle bakın!

***

Keşke bir imkânımız olsaydı da sinema cangılına hikmet ve felsefenin ışığını düşürebilseydik; meselâ küçük bir salonda birkaç hakikat talibi bir araya gelip seçtiğimiz bir filmi birlikte seyretseydik ve ardından uzun uzun tartışabilseydik!

Becerebilseydik de şöyle bir burnumuz burnuna değebilseydi yok''un!

Kusardık o zaman hep birlikte öz-ağzımızdan kafatasımızı.

O takdirde belki banklarda yatmayı sürdürür ama aslâ yazılarımızı cıvık cıvık banka adlarıyla kirletmezdik! Bezirgân adlarıyla...

Düşünceyi, edebiyatı ve sanatı veznedarların kirli ellerine teslim etmekten utanır, kendimizi seve seve hiçliğin eline bırakırdık!

Not: Bugün saat: 16.00''da, TÜYAP Kitap Fuarında Kapı Yayınları''nın standında olacağım. Nasipse. VE bu sefer “Hz. İnsan” sebebiyle.

14 yıl önce
Hepimizin suçu bu: burada olmak!
Global Japon ilaç şirketi Takeda Türkiye"ye neden geldi?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir