|
Hepsi ölmüş de haberleri yok!

— "Siz gittiğinizde bir başkası gelir ve yatağınıza yatar. Hepsi bu kadar!

Öyle birkaç saat oturun ve salonu gözleyin: ama insanların yüzü yok ki! Bunların hepsi toptan aldatmaca. Aslında hepsi ölmüş de haberleri yok!" [Vicki Baum''un "Menchen im Hotel" (Oteldeki İnsanlar) adlı romanından.]

Özellikle itina gösterilmesi gereken kısım şurası:

— Hepsi ölmüş de haberleri yok!

Yani kendilerine işaret edilecek bir hüviyetin sahibi değil bu kimseler.

Kim onlar?

Yolcular. Gelip geçenler yani. Gelenler ve geçenler. Hüviyetleri bu.

"Hepsi bu kadar!"ın anlamı da bu kadar. Gelip geçenler kadar.

* * *

Canlılığın/diriliğin alâmeti ne ola ki bazıları ölü gibi, ölmüş gibi görünebiliyor veya gösterilebiliyorlar?

Her hâlde ''hareket'' değil. Olmamalı da. Çünkü bu ölüler hareket ediyorlar, biteviye gelip geçiyorlar.

Kendilerinden habersiz olmaları mı?

Belki de.

Öyle ya, ölünün bilinci olmadığı varsayılıyor. Yaşıyor olmanın başlıca alâmeti bilinçli olmak; hem de yaşamın bilincinde... kendi bilincinde... bilincin bilincinde...

Kısacası, ne yaptığının farkında olmak; bile isteye yapmak.

Modern bilimin eskilerden tevarüs ettiği bir kavrayışın ifadesiyle, bitkilerde olmayan bir özellik bu. Bilinçlilik. İrade. İstemli hareket.

"Bitkisel hayata girmek" de nitekim buradan gelir.

* * *

Nedir şu "bitkisel hayat" dedikleri?

Klasik Fizik''e göre, hayvanlar "istemli hareket" (müteharrik bi''l-irade) yetisine sahip olmakla tanımlanırdı. Nasıl ki bitkiler madenlerden "beslenme, büyüme ve üreme" nitelikleriyle ayrılıyorlarsa, hayvanlar da bu üç niteliğin yanısıra duyulara ve istemli hareket yetisine sahip olmakla bitkilerden ayrılıyorlardı.

Yaşam (vital force) kan ve can damarlarının içinde cevelan ediyordu. Kan damarlarının (venlerin) merkezi karaciğer, can damarlarının (arterlerin) merkezi kalp, sinirlerin merkezi ise dimağ/beyin idi. (*)

Sinirler ise "duyu sinirleri" ve "hareket sinirleri" olmak üzere ikiye ayrılıyordu. (Bu ayrım ilk kez M.Ö. 200''lü yıllarda Herophilius ve Erasistratos tarafından kullanılmıştır, ki modern tıb da bazı değişiklerle hâlâ aynı ayrımdan istifade ediyor.)

Bitkilerde ruh-ı dimağî (sinirlerin içinde hareketi sağlayan güç) bulunmadığı kabul edildiğinden, klasik tıbba göre, bitkiler istemli hareket edemezlerdi. Yani iradeleri yoktu. Dolayısıyla iradî olarak yer de değiştiremezlerdi. Bitkilerin hareketinin yönü, sadece yukarıya doğruydu. Hayvanlar ise istedikleri yere gidebilen canlılar olarak tanımlanıyorlardı. vs. vs.

İşte, bitkisel hayata girmek, bugün, kalbin bir şekilde fonksiyonlarını îfa etmesine karşın "beynin durması", fonksiyonlarını yerine getirememesi olarak açıklanıyor. Kısaca "beyin ölümü" denen durum.

Argoda: "ot gibi yaşamak".

Teknolojinin de katkısını unutmayalım: "robot gibi yaşamak".

İstemsizce. İstediği şekilde hareket edemeden. Başkalarının koyduğu kurallara göre. "Ölmüş de haberi olmamış"casına. Bilinçsizce.

* * *

Herkesleşme''nin, yani kimliksizliğin, sürü psikolojisinin yol açtığı tepkilerden biri de sürüyü oluşturan bireylerin kendi farklılıklarını vurgulama ihtiyacı hissetmeleridir.

Yani bireyleşme, sürüleşmenin gereğidir. Sürü duygusu arttıkça, bireyselleşme, farklılaşma ihtiyacı da artar.

Daha çok gençlerde. Yani zaten kimliğini oluşturamamış olanlarda. Yolun başında. En başında. Capcanlı, dipdiri iken. "Madem bir kimliğim olacak, bari şöyle farklı bir şey olsun!" duygusu. Aykırılık. Ayrıksılık. Diğerlerinden başka, bambaşka olma, ayrışma, farklılaşma güdüsü. Yola çıkarken. En başta.

* * *

Ölmekten korkar insan. Biyolojik olanından değil sadece, sosyolojik olanından da. Yani toprağın içinde yitip gitmek kadar, toplumun içinde yitip gitmekten de korkar. Eğer insansa. Gençse.

Peki genç kim? Eğer, "insan daha hayata gözünü açtığı an, ölmek için yeterince yaşlı" sayılacaksa? (Sobald der Mensch zum Leben kommt, sogleich ist er alt genug zu seterben.)

Ödevin şimdiden belli oldu ey tâlib!

Söyle bakalım, daha doğduğunda geç kalmış olarak doğuyorsa, ölmek için neden bu denli yaşlanmayı bekler insan?

(*) Aristo tek merkezli bir açıklama modeli kullanılırken, Galen''in modeli üç merkezlidir. Yani filozoflar ile doktorlar arasında ciddi bir teorik çatışma vardır bu konuda. İbn Sina hem filozof, hem de bir doktor olarak Aristo''nun modeline sahip çıkar ve Galen''in modelini diğerinin içinde eritir. Söylediği kabaca şudur: "Bu işlerde filozoflara güvenmek gerekir." Birleme/Tevhid ve Üçleme/Teslis inançlarının bilim tarihindeki rolünü anlamak bakımından bu örnek üzerinde durulmaya değer.

Not: 25 Kasım 2008 Salı günü, saat: 18.30''da, Taksim Atatürk Kitaplığı''nda. Yine sözü ayakta tutmak için. Yine yalınız.

15 yıl önce
Hepsi ölmüş de haberleri yok!
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak