|
"Hilafet"in Mahiyet-i Siyasiyesi"

Türkiye''nin ihmal ettiği hakikat bu: "Siyasî ufkunu fiilî şartlarıyla sınırlamak!"

Oysa bir milletin ufku unuttuklarıyla değil, hatırlayabildikleri ile genişler.

Bu yazının başlığı -kolaylıkla tahmin edileceği üzere- İzmir Mebûsu ve Adliye Vekili Seyyid Bey''in (öl. 1925) II. Meclis''de Hilafet''in kaldırılması müzakereleri esnasında yaptığı konuşmayı muhtevî risale''nin adından mülhem: "Hilafet''in Mahiyet-i Şer''iyyesi" (1924)

Seyyid Bey, bu meşhûr nutkunda Hilafet''in şer''î (dinî) mahiyetini isbat değil, bilakis nefy etmiş ve tabii ki o gün Meclis''teki dinleyicileri üzerinde de büyük bir tesir bırakmıştı. Hilafet''in ilgası taraftarı olanların Hilafet''in dinî mahiyetini redd ve hatta ifnâ etmeleri anlaşılır bir husûs... Lâkin o günlerde hilafetçi ve dolayısıyla muhalif kabul edilenlerin önemli düzeydeki temsilcilerinin de böyle düşündüklerini bilmek ve dikkate almak kaydıyla. Nitekim bu kayd-ı mahsûs nedeniyledir ki Seyyid Bey''in Hilafet''in mahiyet-i şer''iyyesine dâir söyledikleriyle o devrin muhalif isimlerinden Rauf Orbay''ın Hilafet''in mahiyet-i siyasiyesine dâir aşağıda aktaracağımız sözleri arasında esas itibariyle bir fark (mahiyet farkı) bulunmamaktadır:

Hilafet niçin ve nasıl kaldırıldı?

"Büyük zaferden sonra Saltanat''ın ilgasıyla, Büyük Millet Meclisi tarafından yeni Halife''nin seçilmesi ve bu sûretle -her türlü yetkilerden sıyrılmış, bir nevî Papalık gibi sadece manevî varlığıyla laftan ibaret bir Hilafet''in -İslâm âleminin yakınlığını ve yardımını sağlamak için elde bir kuvvet olarak muhafazası, Mustafa Kemal Paşa''nın da reyiyle ittifakla kabul ve bu keyfiyet umdelerle ilan edilmiş iken, İsmet Paşa''nın Lozan''dan dönüşüyle bütün bunlar unutularak hiçbir sebep gösterilmeden ve derhal aksi bir karara gidilmek istenmiştir.

Hilafetin dokunulmazlığı(!)

Kazım Karabekir Paşa da, o zaman kendisi gibi düşünen arkadaşları da bir taassub hissiyle ve körükörüne, hilafete dokunulmamasını isteyen insanlar değillerdi. Aksine bizzat Mustafa Kemal Paşa, hatta İsmet Paşa ile uzun uzadıya müzakereler sonunda, "yeryüzünde pek yalnız bir vaziyette kalmış olan Türkiye''nin, İslâm âlemi ile yakınlığını ve müzaheretini sağlamaya yarayacak bir kuvvet olarak muhafazası gerektiğine karar verdikleri için, Hilafet''e (şimdilik) dokunulmamasını istiyorlardı; ve bu Hilafet''in, umdukları gibi İslâm âlemi ile yakınlığımızı sağlayamadığı veyahut herhangibir sûretle yapılacak inkilâplara engel olduğu görüldüğü anda kaldırılıp atılması cihetine gidilmesini" pekâlâ kabul ediyorlardı. Bütün mesele, "Şu nazik zamanımızda faydalanabileceğimiz bir kuvveti kendi elimizle atmakta acele etmeyelim, biraz bekleyelim"di. Bu fikir ve kanaatte olan insanlara Hilafetçi denemez. Aksi takdirde birkaç ay evvel üzerinde düşünüle taşınıla karar verilerek ilan edilen umdeleri imzalamış olanlar da Hilafetçi olmaktan kurtulamazlar.

Paşaların kapışmasında kaybeden taraf

İşte mesele bundan ibarettir ve yazık ki bu kadar [da] basit! Yani, haddizâtında Hilafet''e itikad ve taassub hissiyle "Aman dinî bir müessesedir, taparak başımızda yaşayalım [yaşatalım?]" diye körükörüne bağlı olmayanların düşüncelerinin lâyıkıyla anlaşılamamış olması yüzünden çıkan ihtilaf, hiç beklenmedik bir netice vererek Mustafa Kemal Paşa ile Kazım Karabekir Paşa''yı ebediyen birbirinden ayırmış bulunuyordu." (Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, sh. 99-100, İstanbul, 1965)

Rauf Orbay burada İsmet Paşa''nın Lozan''dan dönüşüyle "unutulan" birşeylerden söz ederken, Kazım Karabekir de kendi hatıralarında İsmet Paşa''nın Lozan''dan dönüşüyle "değişen" birşeylerden söz eder. (Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, sh. 95, İstanbul, 1990)

Velhâsıl, Lozan''la birlikte birşeylerin unutulmasına ve yine birşeylerin değişmesine karar verilmiş oldu ve görülebildiği kadarıyla bu karar da Cumhuriyet tarihi boyunca titizlikle uygulandı. Hiç kuşku yok ki Hilafet''in ufuk ve imkânlarına dayalı tarz-ı siyaset, unutulması ve tabiatıyla değişmesi icab eden husûslardan sadece biriydi. Nitekim bizlerin bugün 1924 öncesini bir türlü hatırlayamıyor oluşumuz da bir yönüyle bu kararın neticesidir.

Romantik hayallerin peşinde koşmak

Siyaset''in eldeki imkân ve şartları gözönüne almak (mukteza-yı vakt u hâle nazaran hareket etmek) gibi bir husûsiyeti hâiz bulunup bu husûsiyeti dikkate almaksızın romantik hayallerin peşinde koşmak safdilliğinin çok ağır bedellere malolduğu köklü devlet geleneğine sahip her milletin ma''lûmdur. Lâkin milletlerin "siyasî tatbikatları" ile "siyasî ufukları" arasında (kapatılmaması gereken) bir mesafe olmak icab ettiği de bir başka hakikattir. İşte ne yazık ki Türkiye''nin ihmal ettiği hakikat de bu: "Siyasî ufkunu fiilî şartlarıyla sınırlamak!"

Oysa bir milletin ufku unuttuklarıyla değil, hatırlayabildikleriyle genişler.


25 yıl önce
"Hilafet"in Mahiyet-i Siyasiyesi"
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi