|
İçindekinin içindeki

Gustave Flaubert''in yazdığı Madame Bovary adlı romanı kim bilmez? O mutsuz kadının dramını?

Emma Bovary''nin o boğucu, o huzursuz ve tatminsiz dünyasını?

İlginç olan, sanatçının bir gün kahramanının kimliğini açıklamak zorunda kalmasıdır.

Flaubert şöyle demiştir:

— “Madame Bovary benim!”

Flaubert''in anlattığı, gerçekte bir kadına değil, kendine özgü tatminsizliklerdi.

* * *

Perdenin üzerindeki gölgelerle yetinemeyiz, hakikati görmek konusunda ısrar etmek zorundayız.

Postacı değiliz ki iki kez çalalım kapıyı, hânenin sahibiyiz. Ses alamıyorsak, kapıyı yere yıkmaktan kaçınamayız!

Hiç çekinmemeli, gerekirse yıkmalı, ve yıkılmayı göze almalı!

İçindekinin içindekini görmeli. Fîhi-mâ-fih''le tanışmalı

* * *

Henri Matisse''in büyük tartışmalara yol açan Şapkalı Kadın (1905) başlıklı tablosunda kendisine modellik yapan kişi, karısı Amelie''ydi. Daha sonraki yıllarda, onlarca kez tekrarlayarak yaptığı o ünlü Pembe Çıplak (1935) adlı tablosunda ise bu sefer kendisine Amerikalı genç bir kadın modellik yapmıştır: Lydia Delectorskaya.

Modeli karşısında çalışırken, kendi olmaktan çıktığını, kendisini iki kişilikliymiş gibi duyumsadığını, bilincini kaybettiğini ve modeliyle bütünleştiğini söyleyen Matisse''e, bir gün Louis Aragon şöyle sorar:

— “Gördüğünden (modelinden) sapacak olduktan sonra, bir sanatçı neden ille de bir modele ihtiyaç duyar?”

Matisse''in cevabı muhteşemdir:

— “Önünde bir model olmadığı takdirde, sanatçı ne''den sapacağını (ne''yi bozacağını) nasıl bilecektir?”

Sanatçının baktığına bakmak yetmez, onda gördüğünü görmek de gerekir.

Hakikat, kendisini hep açıklık içinde saklar! Öyle ki en görünür olduğu yerde görünmez hâle gelir.

Dolayımı aşmak gerek!

Yormak için, yorumlamak için, biraz olsun yorulmak gerek!

* * *

— “Kapıdan dışarı fırlayarak tramvay raylarını hızla geçti; karşı konmaz bir güç onu suya doğru itiyordu. Aç insanın bulduğu yemeğe sarılması gibi korkuluklara tutundu. Sırf ana-babası övünsün diye gençliğinde jimnastik yapmıştı; ustalıkla atladı parmaklıklardan. Bir süre daha bir eliyle tutunmaya devam etti; parmakları giderek zayıflıyordu; parmaklıkların arasından otobüsü kolladı; otobüsün gürültüsü düşerken çıkan sesleri örtebilirdi; sessizce haykırdı: “Sevgili anneciğim, babacığım; sizleri ne kadar da sevmiştim!”

VE kendini boşluğa bıraktı.

O an köprüde, kelimenin tam anlamıyla çılgın bir trafik vardı.”

* * *

Sizlerden, Franz Kafka''ya ait bu metni, bir kez daha ve yavaşça (sindire sindire) okumanızı ve metnin ''anlamı'' üzerinde biraz daha düşünmenizi istirham edeceğim.

Bir gencin bu intihar öyküsünden ne anladınız? Ne anlıyorsunuz?

...

* * *

“Herkesin anladığı kendisine!” diyelim, ve dilerseniz, bu satırları yazarken asıl Kafka''nın neler hissetmiş, neler düşünmüş olduğuna bir bakalım.

Arkadaşı Max Brod''a yazdığı mektupta, Kafka, aynen şöyle der:

— “Son cümlenin benim için taşıdığı anlamı biliyor musun? Yazarken, bana çok kuvvetli bir ejekülasyon anını düşündürdü.”

* * *

İlginç değil mi?

Öykü, esasen bir hüznü değil, bir neş''eyi ifade etmeye çalışıyor; tatminden doğan bir hazzı... sadece tatminin değil, aynı zamanda (lütfen sözlüğe bakınız) istimna''nın da ürettiği zevki...

Georges Bataille''in de isabetle işaret ettiği gibi, ölüm, Kafka için Baba''nın otoritesinden kurtulmanın bir yoluydu. Özgür olabilmesi için ölmesi gerekiyordu Kafka''nın. Elbette, bu süreci hızlandırabilmesi için de intihar etmesi...

Görünürdeki hüzün, intiharcının neş''esini saklamaktan başka bir işe yaramadığı gibi, bu saklı neş''e, gerçekte, neş''enin en yüksek formunun, yani zevkin, üstelik şiddetli bir ejekülasyon anında ancak yakalanabilecek bir zevkin simgesine dönüşmektedir.

Kafka için zevk, hep tek kişiliktir. Korkuları da öyle. Hep kendi kendiyle korkar, ve hep kendi kendisiyle zevkeder Kafka. O en az kendisi kadar yalnızdır çünkü!

* * *

Ey talib, ifade sorununu önemseme, her zaman muradını ifade etmenin bir yolunu bulabilirsin; zira muradı eda etmenin yolu üçtür: hakikat, mecaz ve kinaye.

Bilgiçler hakikat, bilginler mecaz, bilgeler ise kinaye yoluyla anlaşırlar.

Yârin sözlerine değil, gözlerine ver dikkatini!

(İşin lâtifesi şurada ki ''gözler'' sözcüğü dahî burada kinayî anlamıyla kullanılmıştır.)

* * *

Not I: “Hz. İnsan” bu hafta Kapı Yayınları tarafından neşredildi. Şimdi sırada: “Ölümün Dört Rengi” var.

Not II: Bu ayki dersler, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi''nde, 3 ve 24 Kasım''da, saat: 18.00''de.

14 yıl önce
İçindekinin içindeki
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir