|
Izdırab çekmenin tadını çıkarınız ey ehl-i gam!

İncillerde yazılı olduğuna göre Hz. İsa, "Rabbim, Rabbim! Beni niçin terkettin?" söylemiş. Peki bizim böyle söylemeye hakkımız var mı? Evet içimizde kim bu sözü söylemeyi haklı kılabilecek amellerin sahibi?

Geçenlerde bir vesileyle Ankara''ya gittiğimde, Vasfiye Hanımteyze''yi ziyaret etmek imkânı bulmuştum. Kendileri Menderes döneminin bakanlarından ve 1960 İhtilali''nin Yassıada mağdurlarından merhûm Tevfik İleri''nin eşi olurlar. Mütedeyyin, kültürlü ve asil bir Osmanlı hanımefendisi... İlerlemiş yaşına rağmen hâlâ dinç, hâlâ hareketli... Evdeki işlerin çoğunu hâlâ kendisi yapıyor... Kahvelerimizi bize yine o mübarek elleriyle ikram etti. Gözlerinin eskisi gibi iyi göremediğini ve bu nedenle artık kitap-gazete okuyamadığını söylediyse de sabah namazlarından sonra Kur''an okumayı sürdürüyorlar. Ve şükürler olsun ki kendileri hâlâ canlı bir hafızaya mâlikler... Her zaman olduğu gibi geçmişleriyle yaşıyorlar, geçmişlerini unutmuyorlar ve sırası geldiğinde yaşadıkları, şahidi oldukları o acılı günleri -bazen gülümseyerek, bazen gözleri yaşlanarak- anlatıyorlar, hâdiselerden dersler çıkarıyorlar, yorumlar yapıyorlar, hâl-i hazırdaki bütün sıkıntıları izledikleri, bildikleri halde bugünden ve gelecekten ümitlerini kesmiyorlar; başkalarına ümit aşılamayı sürdürüyorlar, dua ediyorlar çünkü... Hep dua ediyorlar, şükrediyorlar, daha iyi günlerin geleceğine dâir inançlarını dâima muhafaza ediyorlar.

Konuşmalarımız sırasında kendilerini dikkatle, rikkatle dinledim ve izledim: belki biraz muzdarib ve mütereddid idiler, fakat aslâ me''yûs ve bedbin değillerdi. Bir ara söz merhûm Tevfik Bey''e ve o meş''ûm Yassıada günlerine gelip dayandı. Kendileri için acılı, sıkıntılı, korku dolu günlerdi... Sabretmişlerdi, tevekkül etmişlerdi, dualar etmişlerdi...

Söz uçar yazı kalır imiş

Keşke hafızam kuvvetli olsaydı da sizlere kendisinden dinlediklerimi tek tek anlatabilseydim... Keşke dinlediklerimin büyüsü altında kalıp Vasfiye Hanımteyze''nin ağzından tane tane çıkan kelimelerin zihnimde uyandırdığı tedâilerle başaçıkmak yerine, onları bir yerlere kaydetmek imkânı bulabilseydim. Ne yazık ki bunların hiçbiri olmadı ve ben şimdi keşkelerin mazeretinden istimdad sûretiyle suçumu hafifletmeye çabalıyorum.

Gerçekten de söz uçuyor ve yazı kalıyor. Geçenlerde notlarımı karıştırırken, sayfalardan birinde siyah mürekkeble ve kalın harflerle yazmış olduğum bir ibare dikkatimi çekti: "Izdırab çekmenin tadını çıkarın! (Tevfik İleri: Yassıada''dan Vasfiye Hanımteyze''ye)".

Hemen yukarıda sözünü ettiğim ziyareti ve bu ziyaret sırasındaki konuşmalarımızı hatırladım. Bu söz, merhûm Tevfik Bey''in Vasfiye Hanımteyze''ye Yassıada''dan gönderdiği bir mektupta yer alıyordu. Merhûmun, mütevekkil âilesini bir de müteselli etmek maksadıyla söylediği bu söz, itiraf etmem gerekirse beni -kelimenin tam anlamıyla- çarpmış ve kendilerine memleketin halinin hiç de iyi olmadığını anlatmaya çalışan bendenize Vasfiye Hanımteyze''nin bu sözdeki hikmeti açıklamak sadedinde söyledikleri çarpıntımı ve dahî mahcûbiyetimi daha da artırmıştı. (İşte o şaşkınlık içerisinde defterimi çıkarmış ve bu sözü alelacele kaydetmiş olmalıyım.)

Vasfiye Hanımteyze bizzâtihi ızdırab çekmenin tadını çıkaran; ızdırabıyla, derdiyle, tasasıyla hemhâl olmayı bilen; ızdırabını, kederini sevinç ve saadete dönüştürmeyi becerebilen asil ve muttakî bir hanımefendi... Evet... muzdarib, mükedder ve fakat herhalukârda ızdırabın tadını çıkaran mes''ûd bir hanımefendi...

Bilmeyenler bilmez, binaenaleyh biz bilenler için hatırlatalım ki kadere inananlar kaderin cilvelerinden rahatsız olmazlar... Kadere inananları, makdûr olan me''yûs ve mükedder kılmaz... Onlar herşeyin Allah''tan olduğunu, Allah''ın iradesiyle vukû bulduğunu bilirler... Allah''tan geleni hoşâmedi ile istikbal ederler... Şerre alet olanlara kuvvet ve kudret atfetmeyip Kâdir-i Muhtar''ın yanısıra kâdir olan bir mahlûk tanımazlar. Şeytan''a dahî kudret izafe etmeyi akıllarına bile getirmedikleri gibi, Şeytan''ın Allah Teâlâ''nın mü''min kulları üzerinde tasarruf hak ve yetkesi olmadığını, onlara bir zarar veremeyeceğini gayet iyi bilirler.

Tevekkül, mü''minin her işinde Rabb''ul-âlemin''i kendisine vekil kılması demek değil midir? Teslimiyet, mü''minin hiçbir mahlûka, hiçbir kula kuvvet ve kudret atfetmeyip lâ havle velâ kuvvete illa billah fehvasınca kuvvet ve kudret''in gerçek sahibinin her hükmünden razı olması, kendisinin kaderine O''ndan gayrı kimsenin müdahale edemeyeceği hakikatine teslim olması mânâsına gelmez mi? Eğer hâl u hakikat böyle ise, niçin ızdrabımızın tadını çıkarmaya çalışmayalım? Niçin başımıza gelen musibetlerde İlahî İrade''nin takdirini, hüküm ve hikmetini aramayalım? Neden gerçekte kuvvet ve kudret sahibi olmadıklarını bildiğimiz mahlûkâtın yapıp etmelerini ciddiye alalım?

Eloi, Eloi! Lama Sabaktanî??!

İncillerde yazılı olduğuna göre Hz. İsa, anadiliyle (İbranice) böyle söylemiş: "Rabbim, Rabbim! Beni niçin terkettin?" Peki bizim böyle söylemeye hakkımız var mı? İçimizden kim çıkıp da "Rabbim! Beni niçin terkettin" demek cesaretini gösterebilecek? Evet içimizde kim bu sözü söylemeyi haklı kılabilecek amellerin sahibi? Kim ne yaptı ki terkedilmeye lâyık olduğunu zehabına kapılıyor? Meryem oğlu İsa, başına gelenlerin, düşmanlarının kuvvet ve kudretinin bir eseri olmadığının idrakiyle bu musibetlerin dahî kendisini yaradan Kuvvet ve Kudret''ten geldiğini biliyordu.

O halde zaafınız zannedilen imanınızın bilakis kuvvetiniz olduğunu aklınızdan çıkarmayın ve şayet ızdırab çektiğinize inanıyorsanız ey ehl-i gam, ızdırabınızın tadını çıkarmaya çalışın!

25 yıl önce
Izdırab çekmenin tadını çıkarınız ey ehl-i gam!
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’