|
"Kalkınma"dan vazgeçmek pahasına "Adalet"

"Bana ''Allah nedir?'' diye sorsalar, en azından ''Adalet''tir'' derim" diye sözünü noktalamaktan çok hoşlanırdı rahmetli babam.

Sanki her defasında adalet''ten, adalet duygusundan daha üstün, daha yüce bir kavram bulunamayacağını söylemek isterdi.

Hakikaten böyle miydi?

Böyle miydi, değil miydi bilmiyordum, doğrusunu söylemek gerekirse meselenin nezaketini anlamıyordum da. Çocuktum en nihayet. (İşbu nezaket, yıllar boyu bendenizin meçhulü olarak kalacaktı.)

* * *

''Adalet'' kelimesiyle ilk olarak bir sıfat eşliğinde karşılaştığımı hatırlıyorum, bir kitabın kapağında: "İslâm''da Sosyal Adalet".

İçinde bulunduğum çevre, ''adalet'' denilince, bu kelimeden en çok "sosyal/toplumsal adalet"i anlıyordu. Bu çok doğaldı, çünkü toplumsal değeri olmayan bir kavramdan, bir duygudan hemen hemen hiçbirimiz haberdar değildik. "Önce vatan"dı, gerisiyse teferruat.

Gerisi, yani tek tek herbirimiz, yani adına ''beden'' de denilen mülkün zavallı sultanları.

Soğuk Savaş döneminin anti-sovyet stratejileri hatırlanacak olursa, ''sosyal adalet'' tamlamasının hangi ihtiyaçları gidermek üzere imal edildiğini, hiç değilse bugün için kavramak pek zor olmaz. Sanırım.

II. Dünya Savaşı''ndan sonra ''İslâm'' ve ''Sosyalizm'' kelimelerini yanyana anmak marifetti. Yeni bir şey söylemekti. İslâm ile Ekonomi''nin arasında irtibat kurmak demekti.

"İslâm''da Sosyal Adalet", 1949''da yayımlanmıştı. Türkçe''ye ilk çevirisi de —yanılmıyorsam— yaklaşık 20 yıl sonra yapıldı. Devrin ruhuna uygundu. Rekabetin ruhuna. Sözde "üçüncü yol" iddialarına.

Milli Nizam Partisi''nden Milli Selâmet Partisi''ne, oradan Fazilet, Refah, Saadet Partileri tarafından temsil edilen siyasî çizgi, samimiyetle Soğuk Savaş döneminin sosyal adalet, sosyal refah, sosyal kalkınma ideolojilerinin sözcülüğünü yaptı. ("Adil Düzen" efsanesi de bu arada unutulmamalı.)

Belki ''sosyal'' ön-eki —Türkçe açısından— geleneksel ''adalet'' teriminin yanına yakışmıyordu ama hiç değilse, bu tamlama, savunucularına, iddialarının aktüalize edildiği hissini veriyordu. ''Adalet'', hemi de ''sosyal''.

Bugün, AKP saflarında yeralan kadroların önemli bir kısmı da aynı "sosyal adalet" jargonuyla yetişmiş kimselerdir.

Son yarım yüzyılın İslâmcılarının en parlak mitlerinden birini temsil eder "sosyal adalet" tamlaması. Ne ki ekonomiyle sınırlıdır. Adil paylaşım ve adil düzen iktisaden paylaşmanın adıdır. [Siyasî hakların paylaşımı sözkonusu olduğunda de ''şûra'' (demokrasi) teriminden istifade edilmiştir.]

Siyasî hareketler açısından kavramların hakikati değil, kullanım değeri önemlidir, ki bu terimlerin kullanışlı olduğunda kimsenin kuşkusu yoktu. Samimiydiler. En az Türk sosyalistleri kadar.

Hâlâ da öyle olduklarına inanıyorum. Eğer samimiyetin tek başına bir değeri varsa!

* * *

Adalet terimini ki Cenab-ı Hakk''ın en has sıfatıdır. Öyle ki Hakk, adalet sahibi olmaktan ziyade bizatihi adalettir.

"Cenab-ı Hakk" terkibi Türkçe''ye mahsus bir kullanımdır, ve diğer müslüman uluslar Allah Teâlâ''nın "Hakk" sıfatını pek kullanmazlar. Türkçe''deki vurgusunu da pek bilmezler.

Peki biz bilir miyiz, orası meçhul.

Kısaca izah edeyim:

Hakk sıfatı, dilimizde, biz Türklerin ister istemez yaşattığı tasavvufî terbiyenin gereği yaygınlaşmıştır, ve Allah Teâlâ''nın sıfatlarına değil, zatına (Varlık''a) işaret etmek için seçilmiştir.

''Hak'' ile ''hakikat'' kelimelerinin akrabalığını hatırlatıp Hakk''ın evvelemirde ''Vücud'' (Varlık) demek olduğunu söyleyelim. (Büyük harfle ''Varlık'', küçük harfle ''varlık'' değil. Çünkü aradaki fark, fark-ı azimdir.)

İkincisi, ''Hakk'' kelimesinin diğer bir karşılığı da Adalet''tir. Meselâ Kur''an''da "Allah yeri göğü hak ile yarattı" meâlindeki ayetlerde geçen ''bi''l-hakkı'' kelimelerinin tamamı "bi''l-adli" ibaresiyle tefsir edilmiştir. Yani "hak ile yarattı" demek, aslında "adalet ile yarattı" demektir. İstisnasız.

* * *

''Adalet'' kavramını heyecanla toplumsallaştıranlar, kavramın otantik bağlamını nasıl da dejenere ettiklerinin hiç farkında olmadılar. Tanrı''nın adil olmasından anladıkları, en çok "titiz bir yargıç" imgesine denkti. Kıl kadar haksızlık yapmayacak olan âdil bir yargıç!

Zavallı Kur''an!

Modern ilgilerin etkisiyle sadece politize edilmekle kalmadı, aynı zamanda iktisad ve hukuk meseleleri arasına da sıkıştırıldı kaldı.

Siyaset, hukuk, iktisad... Çağdaşlarımızın Kur''an''la kurabildikleri irtibatın en şâşaâlı girizgâhları. Yani Kelâm-ı İlâhî ile irtibat kurmanın en düşük düzeyi. Amelî cihet. Peki meselenin nazarî tarafı? Akide ciheti?

Sonuç, Kur''an''ın toplumsal olmayan konularda susturulmasıyla neticelendi.

Ne garip değil mi, günümüzün İslâmcısı (''müslümanı'' demiyorum) Kur''an''la başbaşa kalmaktan korkar hâle geldi. Kur''an''ın sorularına cevap vermek her babayiğidin harcı değildir çünkü.

Meselâ "Nereye gidiyorsun(uz)?" sorusuna kim, nasıl cevap verebiir? Üstelik tek başınayken. Dürüstçe.

* * *

Adalet''i konuşmaya devam edeceğiz. Devam etmek zorundayız. AKP kısaltmasının ilk harfinin temsil eden ''Adalet'' kelimesinin nasıl da bir çırpıda anlam daralmasına uğradığını tartışmak zorundayız.

Çünkü kalkınma''dan vazgeçmek pahasına önce âdil olmak zorundayız!

Not: 9 Nisan Perşembe günü Üsküdar Altunizade Kültür Merkezi''ndeyiz. Saat 19.00''da. Sorularımız da cebimizde.

15 yıl önce
"Kalkınma"dan vazgeçmek pahasına "Adalet"
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler