|
Küf kokar her yanım

Bugün derslerimden sözedeceğim. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi''nin kültürel etkinlikleri dolayımında on yılı aşkın bir süredir verdiğim halka açık derslerden...

90''lı yılların sonuna doğru, artık kendisinden sıkılmış bir adamın konuşmak için kendine birkaç mecnun, birkaç leyla bulabildiği tek sığınaktı Taksim Atatürk Kitaplığı.

Hepsi hepsi birkaç meraklı göz. Bütün mükâfatım bundan ibaretti.

Okumaktan yorulunca sığınabildiğim tek yerdi Kitaplık. Kendimden kaçabildiğim... ve zor belâ nefes alabildiğim tek kuytuluk...

Konuşurken düşünürdüm bu yüzden. Yaratırken. İçerken.

Sigara içmeden verdiğim bir tek dersi bile hatırlamam o küçük salonda.

Öyle yorgundum ki hürmetinden ve merhametinden kimse ses etmezdi o kontrol etmeyi beceremediğim bağımlılığımın sevimsiz sonuçlarına.

Dumanlarına razıyız, yeter ki kelimelerini ver bize der gibi dinlerlerdi.

Ben de cömertçe kelimelerimi verirdim onlara. Kendimi yani. Beynimin tüm hücrelerini.

* * *

Ne ironik değil mi, halka açık derslermiş.

Ne halkı? Yıllarca süren dersin başlığı Mantık Atölyesi''ydi.

Klasik Mantık okuttum yıllarca. Dilbilim ve Klasik Psikoloji. Kısaca hikmet-i kadime. 70-80 kişilik bir grubu aşmadı dersler, aşamadı. Salon ancak o kadarını alıyordu çünkü.

Haklı şikayetlerine rağmen Taksim Atatürk Kitaplığı''ndaki küçük salondan ayrılmayı hiç istemedim. Çok kişi gelmesin istiyordum, zâten hâlsizdim, heyecansız bakışlara, meraksız gözlere tahammülüm kalmamıştı.

İnadına deliler gelirdi, dünyanın en güzel delileri. Hastalar ve çılgınlar. İtilip kakılanlar. Yaşamları boyunca patinaj yapanlar. Tutunamayanlar.

Benim gibiydiler. Tutunabilmenin üstesinden gelmeyi beceremiyordu çoğu. Belki de istemiyorlardı.

Sizin ne işiniz var bu derste, yağmurdan, soğuktan kaçtığınız için mi sığındınız buraya diye takılırdım.

Elbette derlerdi, cife-i dünyadan kaçtık da geldik. Yoksa tahammül edilir mi sizin hiddet ve şiddetinize.... hele hele o küf kokan kelimelerinize... o anlaşılmaz, o eski, o tuhaf kelimelerinize...

Tıpkı yazılarımdaki gibi. Küf kokar her yanım. Muğlak ve mahcub kelimelerle düşünür ve konuşur ve yazarım. Gariptir ama ben hep tutunamayanlar için düşünür, onlar için konuşur, onlar için yazarım.

Anlamazlardı, ama severlerdi. Çünkü ümid ederlerdi.

* * *

Yıllar sonra dersin başlığını değiştirmek icab etti ve ders Metafizik Soruşturmalar adını aldı.

Halkı kaçırmayı başaramamıştık. Kalabalığı. İster istemez bir süre sonra Taksim-Tünel''e taşınmak zorunda kaldık. Galata Mevlevihanesi''ne komşu olduk. Hâmuşan''a. Mevlevî mezarlığının susmuş bülbüllerine...

Hâmuşan nazarında ve hâmuşana nazaran düşündük bu yüzden, zikrettiysek hep hâmuşanla birlikte zikrettik. Dünyalar yıkıldı umurumuzda bile olmadı. Akil ve baliğ değildik ki mükellef addedilip sigaya çekilelim. Delilerle hemdem olmayı seçtik. Derse ihanet ettik.

Hâlin icbarına karşı koyamayınca dersleri sohbet hâletine döndürdük. Gerçi felsefenin temel sorunlarından uzaklaştığımız olmadı hiç ama nizam ve intizamı kaybettik. Köşeleri. Daireler çizdik biteviye. İnadına.

Çözümlemekle yetindik, sorunları çözmedik. Tedbirimizi baştan almış, ders tekniğini ''soruşturma'' olarak ilan etmiştik zaten. Soruyor soruşturuyor ama bir neticeye varmaktan ısrarla kaçınıyorduk.

Temel sorun, hevesi talebe dönüştürmeyi beceremeyişimdi. Muhatabı tatminsiz bırakmak yetmiyordu, azm u gayretin istikameti işaret eden parmağa idi çokluk. İşaret edilene talib bulmaksa zordu. Izdıraba yani. Meşakkate.

* * *

Geçen yıl derslere son vermek niyetindeydim. Talebkârdan çok heveskâr geliyordu artık.

Delilerim azalmıştı. Benim gibi onlar da yaşlanmıştı. Gitme vaktiydi. Kûşeye geri çekilme vakti. Hâmuşanın zahirine de iltifat etmeliydi. Susmalıydı. Konuşmaktan da, yazmakdan vazgeçmeliydi.

Varlığımı hissetmek isteyince boyumdan büyük lâflar ederim. Karar alırım meselâ. Yapacağım derim. Yapmayacağım derim.

Cilvesi hiç bitmez ki fakirde ne zaman terk-i dâvâ isteği başgösterse bedelinde gark-ı dâvâ gelir. Yutarım sözlerimi. Mahcub olurum.

Kaçamaz kimse, kaçırılmak gerek. Sahibince. Katına alması gereken o. İstemezse, yerde sürünürsün. Yerde, yani arzda. Dünyada.

* * *

Dersler üçüncü evresine ulaştı. Sona. Sonuna. Başlığı da değişti bu yüzden. Felsefe ve Sanat: Bir Ressam, Bir Tablo.

Sanırım son ders olacak bu. Umuyorum. Çünkü siyah ölüm bana göre değil, biliyorum.

Sevgili ne zaman gözüme çirkin görünse ona daha çok yaklaştım, yakından görmek için değil, bir kez olsun nefesini duymak için. Sıcaklığını. Varlığını yani.

Baha tanrısıyla ne işim olabilirdi, ben hep bahane tanrısına kulluk ettim.

Elimdeki son numara bu, ey sevgili. Son bahanem. Sanki. Halka açıldıkça senden uzaklaştığımı hissediyorum.

Ağzım kurusun, görmüyor musun ey sevgili, her yerde konuştuğum sade sen bile olsan, en nihayet başkalarına konuşuyorum.

Seni senle senin yanında konuşmak isterken sen beni ayetlerine mahkum ediyorsun. Oyalıyorsun. Dağa bak diyorsun. Suya. Zuhur ve tecelliye. Mazhariyete yani.

Taksim''de kuytulukta, hamuşanın kenarcağızına son kez ilişmemin tek nedeni bu!

Bil ki ey sevgili artık bizi rengârenk göreceksin! Bu defa biz seni imtihan edeceğiz. Süslenip de geleceğiz, ve sırf nefesini duymak için seni şehre çağıracağız. Agoraya. Putperestler meclisine. Tutunamayanların otağına.

“Yanımdadır Yemen''dedir / Yemen''dedir yanımdadır” diyen dostun aksine, madem huzuruna çıkamıyoruz, lüften sen in bizim yanımıza.

diyeceğiz.

Sakın mahrum ve mahzun etme bizi, diyeceksek inan ki son kez diyeceğiz!

il y a 14 ans
Küf kokar her yanım
Keşke “Ben demiştim” diyemeseydim
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?