|
Mimaride suret maddeyi yok edebilir mi?

Mimarinin “donmuş/taşlaşmış müzik” olarak tanımını bilmeyen var mıdır? — “Architektur ist erstarrte Musik!”

Schelling''in bu tesbitini daha sonraları Goethe de, Schopenhauer da tekrarlayacaktır.

Müziği temelinde zaman''ın, mimarinin temelindeyse mekân''ın yeraldığı hatırlanacak olursa, tanımda geçen donmuşluktan/taşlaşmışlıktan kastedilenin aslâ hareketsizlik olmadığı da hemen anlaşılır sanırım.

Mimari, mekândaki sükun kadar hareketi de inşâ eder. Hareketi, yani akışı...

Hareketi ve akışını değil sadece, melodisini de... uyum ve âhengini de...

Taşın uyumu, taşların... bu yüzden de melodiden çok harmoni... taşların harmonisi...

Sadece taşın mı? Ahşabın da, demirin de, tuğlanın da...

VE dahî enin, boyun, derinliğin...

* * *

Bir zamanlar bilimadamları mekân''ı boşluk (halâ) olarak tanımlıyorlardı; bazıları da “mutlak yokluk” (lâ şey-i mahz)...

Bu durumda mimarinin insana hacmin ve boşluğun melodisini de hissettirmesinden daha doğal ne olabilir?

Sadece üç boyutu değil, dördüncüsünü de...

İşrakîlerin deyişiyle buud-ı mücerred''i... yani bizzat uzayın...

Müziği aritmetik, mimariyi geometri karakterize ettiği içindir ki ilkinden farklı olarak ikincisindeki ahengi işitmeyiz, görürüz.

Sağlamlığı... işlevi... ve güzelliği...

Kısaca mekândaki zamanı... yani hem genişliği, hem derinliği, hem yatay, hem dikey olanı...

* * *

— “XV. asır başından itibaren başlıklar üzerinde inkişafını takip ettiğimiz şakulî (dikey) ve ufkî (yatay) istikametlerin simultane tesiri ve başlık üzerinde mukarnas tezyinatında yer yer beliren hareketlilik ile XVI. asırda şakulî (dikey) istikametlerin aldığı mânâ ve XVI. asırdaki hareket telâkkisi arasındaki farkların izahı bize Osmanlı ''şekil'' düşüncesinin inkişafını gösterecektir.” (s. 168)

Henüz 30 yaşına bile basmamış bir gencin, insanı dehşete düşürecek derecede nâfiz bir sezgiyle kaleme aldığı bu satırları, Türkiye''de sanat tarihinde yapılmış Türk Sütun Başlıkları (1949) adlı ilk doktora tezinin henüz yayımlanmış olan yeni nüshasından aktarıyorum.

Şakulî ve ufkî istikametlerin hemzamanlı tesiri...

Nedir bu?

Birbirinden ayrı ve saf iki geometrik şeklin aynı zamanda kullanılmasıyla elde edilen etki... yani genişlik ile derinliğin izdivacından doğan büyüleyici çarpıcılık...

Cansever Hoca''ya göre, bu çarpıcılığa yol açan mukarnasların “konkav şekillerinin ve ışık-gölgelerinin temin ettiği “tahdit edilmemiş mekân tesiri” önemli bir sonuca yol açar:

— ... maddenin yok olmasına...

Nedir maddeyi yok eden? Form ve suretin gücü.

Taşın sureti niçin kendisini yok etsin? Maddenin yok olmasına ihtiyaç var mı? Bilkuvve''nin ne günahı var bilfiil''in karşısında?

Hiçbir günahı yok!

Peki o hâlde bu tesbiti doğru kabul edebilir miyiz?

Aslâ!

Nitekim Turgut Cansever hocamız da ileriki yıllarda bu görüşünü tashih ve tadil edecek, sıklıkla tekrarladığı “tektonik” sözcüğünün hakkını bu sefer vererek mimari keyfiyeti kemmiyete feda etmeye bir daha ihtiyaç duymayacaktır.

* * *

— “Statik Türk-İslâm yapısının XII. ve bilhassa XIII. asırda kazandığı şakulî ve dinamik ifade ile alâkası görülen mistisizm cereyanının tesiri burada da görülür.” (s. 169)

Cansever Hoca''nın önce imâ, sonradan da defalarca ifade etmeye çalıştığı husus, Osmanlı Mimarisinin, Osmanlı düşüncesinin tasavvufî temelleriyle ilişkisi kurulmadan yorumlanamayacağı gerçeğidir.

Hoca''nın bu tutumu tamamıyla ikonolojik bir nitelik arzeder. Çünkü o yıllarda henüz kaynakçasında yer almasa bile yorumlarının istikametini —muhtemelen Diez üzerinden— belirleyen başlıca isim Erwin Panofsky''dir. [Panofsky''nin Gotik mimarinin şifrelerini çözme teşebbüslerini, Turgut Cansever Hoca, Osmanlı mabed mimarisi üzerinde denemiştir. Meselâ son eseri Mimar Sinan''ı (2005) bu konuda tekemmül etmemiş bir teşebbüs olarak zikredebilirim.]

* * *

Şimdi şu satırlara dikkat:

— “Mukarnas, stalaktit ve baklavalar ister evvela ahşap sütunlar üzerinde, ister taş ve kerpiç yapılarda kullanılmış olsun, bu unsurların sütun başlığı üzerinde yer almasının sebep ve amillerinin başında teknik mülahazalardan evvel, devrin üslubunu meydana getiren ruhî zemin ve dünya telakkisi gelir. (...) Üslûbu yapan âmil olmakla dünya görüşü, kendini en basit çizgilerde de hissettirir.”

Metni (yapıyı) yorumlamada genç âlimin çevresinde dolandığı temel mesele, taşa uyumunu veren ruhun izlerini bulmaktan ibarettir. Sanatçının içinde nefes alıp verdiği ''dünyagörüşü''nün izlerini...

O devrin siyasî atmosferi ancak ikonografi''ye izin veriyordu; sadece tanımlamaya ve çözümlemeye... Genç doktora öğrencisinin meselesi ise yorumlamaktı, yani ikonoloji''ye girişmek...

Elmalılı Hamdi Yazır (öl. 1942), belki de genç âlimin ikonolojik yoklamalarını ileri merhalelere taşıması için kendisinden yardım alabileceği tek isimdi. (Eski Dışişleri Bakanı) Turan Güneş''le birlikte yanına bile gittiler.

İbn Arabî''yi veya Mevlâna''yı aslından, Arapça''dan ve Farsça''dan okumak mümkün olamaz mıydı meselâ?

Olamadı.

Yorum haramdı bu toprakların çocuklarına.

Kendilerini keşfetmek... kendi ustalarının önünde diz çökmek...

Elmalılı''nın kendisi dahî elindeki sermayenin bir işe yarayacağından emin değildi.

Yıllar geçti. İkonografimiz hâlâ eksik. İkonoloji ise bir hayal. Siyasetin ve ticaretin güç yetiremeyeceği bir hayal.

* * *

Bu konuya yarın da devam edeceğim.

* * *

Not I
: Sevgili Faruk Deniz''in yüksek sabır ve tahammülle nice meşakkate göğüs gererek yayıma hazırladığı Turgut Cansever''in doktora tezi, “Sonsuz Mekânın Peşinde/Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütün Başlıkları” adıyla Klasik Yayınları tarafından neşredildi; hem de Hoca''nın Mimar Sinan adlı başyapıtıyla birlikte. Her iki kitap da hocamızın hatırasına layık bir biçimde neşredildi. Emeği geçenleri tebrik ediyorum.
Not II
: 2 Aralık''ta, saat: 16.00''da, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi''nde Çağdaş İslâm Düşüncesi''nin Sorunları''nı konuşacağız. Fiziksiz Metafiziği... İkinci Süleymaniye masalını...
٪d سنوات قبل
Mimaride suret maddeyi yok edebilir mi?
Enflasyon, Şimşek’in açıklamaları ve beklentiler
‘Hocaefendi sabahlara kadar Erdoğan’a dua etmeye başladı’
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…