|
Müslümanlar ve Estetik

"Hayatımızın en büyük dertlerinden biri de estetik-sizlik..." Geçen hafta köşesinde toplumsal beğeni düzeyinden böyle şikâyet ediyordu Hasan Bülent Kahraman.

Kurban görüntülerinin eşliğinde, sakal''dan, türban''dan, mimarî''den örnekler vermek suretiyle üç yazı yazdı. Ciddiye alınması gereken üç yazı.

Köşe yazısı ''gevşekliğinde'' üretilmiş olsa da, gerçekte Kahraman''ın titizliğine yakışmayacak kusurlara sahip bulunsa da sırf işaret ettiği ''temeller'' açısından bile dikkate değer üç yazı. (Sabah, 6, 10-11 Aralık 2008)

Yazar, inancın/siyasal angajmanın pençesinde bırakılmış sakal estetiğinin yanısıra ''başörtü'' estetiğini de eleştiriyor. Bu arada 19. yüzyıla geri giderek mimarîden örnek veriyor. Cami mimarisinden.

Çözülen, çürüyen, dağılan, en sonunda bir keşmekeş içine girmiş bulunan bu somut kültürel yapıların ardındaki yaratıcı ruhun nereye uçtuğunu soruyor Kahraman. Kibarca.

Yeri geldiğinde övünmekten, şişinmekten bir hâl olan sözümona o koca medeniyetin bugünkü mirasçılarına. Yazıklanarak. Onlar adına soruyor.

Evet, yazıklanıyor. Haklı olarak.

— "Bu kadar toplumsallaşmış ve bu derecede hâkim hale gelmiş bir ideolojinin bunca büyük bir gelenekten gelip bunca kısır bir estetik hayata kendisini mahkûm etmesi yazık değil mi?"

***

Kurban, sakal, başörtüsü, cami...

Hatırlanacak olursa, camiler basında daha önce de ses estetiği açısından gündeme getirilmiş, günümüzde okunan ezanların gürültüye dönüşüp dönüşmediği tartışma konusu yapılmıştı.

Zevksizliğin hayatımızın tüm alanlarına bir virüs gibi yayılması karşısında duyulan tedirginlik, sahici bir tedirginliktir. Sözüne kulak verebileceğimiz hiçbir zekâ, bu haklı bir tiksintinin meşruiyetini inkar edemez.

Hasan Bülent Kahraman''ın işaret ettiği bu rahatsızlık herhangi bir komplekse girmeden tartışılmalı. Gerekçelerimiz, temellendirme tarzımız, hatta kalkış noktalarımız farklı da olsa, bu rahatsızlığın dile getirilişi düşünmeye bir davet olarak anlaşılmalı.

Kim hayal gücünden destek almaksızın din adına, geçmiş adına, gelenek adına şu anda ''görünen''e, ''işitilen''e, ''koklanan''a ve ''tadılan''a sahip çıkabilir?

Kimse!

O hâlde, bu sefalet tartışılmalı. Enine ve boyuna. Belki muhatabı bulunursa, bir süre sonra da derinliğine.

***

— De gustibus non est disputandum!

Bir Latin yargısı. Çokluğa tapınanların yargısı:

— "Zevkler tartışılamaz!"

Yani zevkleri karşılıklı olarak eş bir biçimde tartıya getirmenin imkânı yoktur! Kesinliğin alanına. Aklın. (Dilerseniz burada zevklerin yanına "renkler"i de iliştirebilirsiniz: "De gustibus et coloribus")

Bu yaygın yargıya bu haliyle boyun eğmemeli, zevksizliğin, beğeni düşüklüğünün nedenlerini tartışmaktan çekinmemeli. Zevkleri, yani eskilerin tabiriyle bediiyat''ın konusu olan idrakat-ı hissiye''yi.

Zevkler pekâlâ hem tartılabilir, hem tartışılabilir.

Bir tek koşulla: Ehliyle.

***

Sayın Kahraman, kaleminin ucunu daha derine batırmalı. Kelimelerini daha özenle seçmeli. Çünkü konunun ciddiyeti kendisini bu özeni göstermeye davet ediyor.

— "İslam bugün hayatın her noktasını kapsayan bir "yaşama biçimi" olmayınca kendi estetik sentezini yapamıyor. Estetik dışarıdan ithal ediliyor. Bu durum ortaya egzotizmden arabeske uzanan bir karmaşa çıkarıyor."

İslâm?

"Kendi estetik sentezini yapamayan İslâm" da neyin nesi?

Acaba bu ifadeyi anlıyormuşuz gibi mi yapmalıyız?

Anlayanlar bir adım öne çıksın. Ben yerimdeyim. Anlamıyorum çünkü.

Keza aynı belirsizlik şu açıklamada da yer alıyor:

— "Daha önceki dönemlerde İslam''la estetik arasında kurulan ilişki İslam''ın bir bütün olarak kavranmasından kaynaklanıyordu. İslam devletin yönetim biçimi olduğundan Osmanlı döneminde yüksek kültürün bir parçasıydı. Halk arasında yaşanan İslam, Osmanlı ulema ve havassının duyarlılığını belki kavramıyordu fakat ondan etkileniyordu. Bunu sağlayan en önemli unsur da mimariydi."

Sayın Kahraman''ın, dedikleriyle demek istedikleri arasındaki mesafe kolay kolay kapanacağa benzemiyor.

Bir bütün olarak kavranan İslâm...

Devletin yönetim biçimi olan İslâm...

Halk arasında yaşanan İslâm...

Yazar kurduğu bu cümlelerde ''İslâm'' sözcüğünü özne olarak kullanmakla konuya ciddiyet kazandırmış olduğunu düşünüyorsa, biz hiç tereddüt etmeden bu seçimin isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.

Eleştirimi daha basit bir biçimde ifade edeyim: Bu cümlelerde geçen ''İslâm'' sözcüğü anlamsızdır. Bu sözcüğün temsil ettiği, hesabı verilebilir bir karşılık bulunmamaktadır. Ne yazık ki.

İslâm dini, İslâm medeniyeti, İslâm kültürü, İslâm toplumu...

Hangisi?

***

Bu satırları polemik yapmak maksadıyla karalamıyorum. Bilâkis bu müdahaleyle birlikte daha verimli bir tartışmanın kapısı aralanabilir ümidi taşıyorum. Bu yüzden de sayın Hasan Bülent Kahraman''ı ''İslâm'' ile ''İslâmî'' arasındaki ince fark hususunda yeniden düşünmeye davet ediyorum. Zira bilmek gerekir ki müslümanların estetik algıları, özü gereği, İslâm''ı değil, İslâmî olanı temsil eder.

Estetik algının istikameti İslâm''dan İslâmî olana değil, İslâmî olandan İslâm''a doğrudur. Yani insan''dan Tanrı''ya doğru! Fizik''ten Metafizik''e. Arz''dan Sema''ya.

Görmüyor musunuz, göğün o dinmek bilmez rahmet yağmurları bile yerin buharınca oluşuyor. Göz, güzelliğe ''güzel''den, ''güzel''e de "bu güzel"den ulaşıyor. Leyla''dan.

***

"Hermeneutik: Wahrheit und Methode" (1960) adlı eserinde, estetik tecrübenin kökenindeki bilincin nasıl olup da belirli bir çağa kendi damgasını vurabildiği sorusunu kısaca şöyle cevaplar modern estetiğin arkeolojisini yapmış olan Gadamer:

— "İyi şiir yazmak bundan böyle çok kolay, çünkü artık şair olmak çok zor!"

Demek ki müslümanlar ve estetik konusunu sürdüreceğiz.

Günümüzde eleştirmen olmak çok kolay çünkü.

Not: 16 Aralık 2008 Salı, 18.30''da Taksim Atatürk Kitaplığı''nda. Yılın son dersi.

15 yıl önce
Müslümanlar ve Estetik
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi