|
Ne yazık ki sen özgürsün!
Süreklilik
ve
kalıcılık
, modern çağın zihin dünyamızdan acımasızca sürdüğü iki kavram.

Artık yabancısı olduğumuz iki olgu.

Başkalarıyla kurduğumuz
ilişkilerin
değil sadece, algıladığımız
nesnelerin
dahî zihnimizdeki sürekliliğini sağlamakta eskisi kadar başarılı değiliz. Suya yazı yazar gibiyiz.

İlişkilerimiz kalıcılıktan mahrum. Ve süreklilikten...

Tıpkı sahip olduğumuz nesneler gibi.

Ayağımızın altındaki mekân kayıyor. Duramıyoruz. O denli sıklıkla yer değiştiriyoruz ki kimseye kalıcı adresler ikram edemiyoruz.

Çevremizdeki dünya durmadan değişiyor. Tabiatıyla biz de.

Hem fâniyiz, hem de fena! Geçicilikle ma''lûlüz.

Hiçbir şeyi avucumuzda uzun süre tutamıyoruz; ya eriyorlar, ya buharlaşıveriyorlar. Çünkü
zaman
herşeyi değiştiriyor. Avucumuzu da. Öyle ki eşyanın eskimesine izin vermiyor; yaşlanmasına... yavaş yavaş yok olmasına... Zaman çılgınca akıp gidiyor. Hızla.

Çağdaş dünyada var-oluş, ''varlık''ların mevcudiyetini temin edemiyor. Mevcudiyetlerini idame ettirmelerine izin vermiyor. Zira oluşun hızı, ''var''ın keyfiyetini değil artık, mahiyetini de belirliyor.

* * *

Gerçekliğin en büyük teminatı
sürekliliği
ve
kalıcılığı
değil midir?

Eşyanın hakikatinin?..

Öyledir, hiç değilse —zahiren— öyle olmalıdır; zira bizatihi
hak
kelimesinin kendisi, sürekli ve kalıcı (daim ve baki) anlamına gelir. Karşıtı ise
batıl''
''dır.
Evet, süreklilikten ve kalıcılıktan mahrum olanın adıdır
batıl
. Yokluğa mahkûm olanın. Geçici olanın.

Ene''l-Batıl!

Hallac''ın söyleyemediği buydu işte!

Hiçti.

* * *

Sadakat
kavramını düşünelim biraz da. Sıdkın ve sadakatin özüne bakmaya çalışalım.
Nedir
sadakat
? Meselâ sâdık, hatta
sıddık
olmak?.. Sözüne sadık, özüne sadık olan kimdir?
Sözüne sadık olan, sözünde
duran
dır! Söz ile arasındaki mutabakatı bozmayan. Sözünden caymayan. Eşyaya ilişkin kavrayışını, söz düzeyinde de ısrarla muhafaza eden.
Sanıyorum şu kadarcık bir işaret bile sadakat''in kavramında saklı
süreklilik
ve
kalıcılık
mânâsını açığa ve açıklığa çıkarmak bakımından yeterli.
Ustalarımız,
sıdk
ile
hak
kelimelerini, işte bu yüzden, eşleştirmekte bir an bile tereddüt etmemişlerdir.
Hak
söz
, hakkında olduğu nesne ve olguya sadık ve mutabık olan söz için kullanılırdı. Hak din ise, hakikate mutabık itikad için.

Kısaca, sadakat demek hakikat demekti. Sadık olan, hak olandı.

* * *

Peki ya dostluk?

Sıdk
ve
sadakat
kelimeleri eskiden kadîm dostlukları tanımlamak için kullanılırdı. İki arkadaş arasındaki ilişki ve bağlılığın sürekliliğini/kalıcılığını vurgulamak için. Daha da ötesi, işbu sürekliliği ve kalıcılığı mümkün kılan
niteliklerin
çokluğuna/zenginliğine de bilhassa işaret etmek için. (Nitekim sıddîk kelimesi bu mânâda mübalâğa ifade eder.)
İki kişi arasında vasıf itibariyle
mutabakat
olmadığı takdirde, aralarındaki ilişkide
devamlılık
da olmaz.
Devamlılığın ilk koşulu mutabakattır.
Uygunluk
yani.

Bu kavramın hukuktaki karşılığıysa kefaet (denklik)!

* * *

Siz, bugün gelişigüzel kullandığımız
ilişki
sözcüğünün yerinde, bir zamanlar
münasebet
''in bulunuyor olmasını tesadüf mü sanıyorsunuz?

Öyleyse, çok yazık!

Bir zamanlar “cinsî
münasebet
” denilirdi; şimdiyse “cinsel
ilişki
”...
Okur, burada biraz gayret etmeli, ''
''ilmik
'' ve ''
ilmek
'' sözcüklerinin anlamı üzerinde düşünmeli!
İlişme
''nin (veya ileşme''nin) sonuçları üzerinde. Sağlamlığı ve dayanıklılığı üzerinde.
Tenin tene değmesi mânâsında, eskiden
mübaşeret
denilirdi; daha çok hukukî bir kullanım olarak.
Bu durumda,
münasebet
''in anlamı da şu oluyor: Birbirine uygun iki ruhun birbirine değmesi! Çünkü münasebet, iki şey arasında
nisbet
(oran/orantı) olması anlamına gelir. Başka bir deyişle, iki şey arasında karşılıklı
nisbet
varsa,
münasebet
de var demektir. Çünkü nisbetin olduğu yerde
çekim
(cezbe) de olur. Sürekliliği ve kalıcılığı temin eden de zaten işbu
cezbe
''dir. Nisbetlerdeki uygunluğun karşı konulamaz cazibesi.
Büyük usta, İbn Sina, bu cezbe''yi ''
aşk''
'' kelimesiyle tanımlamış ve kâinattaki ilişkiler ağının bu
aşk
sayesinde süreklilik ve kalıcılığını elde ettiğini söylemiştir.
Demek oluyor ki
aşk
(cazibe/karşılıklı çekim) varsa, süreklilik ve kalıcılık da var demektir; aşk yoksa, ilişkide
kalıcılık
da yoktur!

* * *

Bugün biz modernlerin dilinde
aşk
, sürekliliğin ve kalıcılığın alâmeti mi? Sıdkın ve sadakatin?..

Ne münasebet!

Aşk, günümüzde bizatihi
geçici
olanın adı. Unutulanın. Geride kalanın. Kendisine dayanılamayacak kadar güçsüz ve hafif olanın. Belki de bağlanmaktan/bağımlı olmaktan kurtulmanın. Özgürlüğün.

Oysa ne büyük bir yalan bu!

Aşk
özgürlüğün değil, köleliğin şânındandır; bağlanmanın, boyun eğmenin, cazibenin cezbesi altında durmaksızın daireler çizmenin... Zorunluluğun.

* * *

Ey talib, sen nasıl olur da kendini
âşık-ı sadık
olarak adlandırabilirsin? Sefili bile değilsin aşkın, zira senin Tanrı''ya inanmama özgürlüğün var.

Benimse yok!

14 yıl önce
Ne yazık ki sen özgürsün!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi