ve
, modern çağın zihin dünyamızdan acımasızca sürdüğü iki kavram.
Artık yabancısı olduğumuz iki olgu.
Başkalarıyla kurduğumuz
değil sadece, algıladığımız
dahî zihnimizdeki sürekliliğini sağlamakta eskisi kadar başarılı değiliz. Suya yazı yazar gibiyiz.
İlişkilerimiz kalıcılıktan mahrum. Ve süreklilikten...
Tıpkı sahip olduğumuz nesneler gibi.
Ayağımızın altındaki mekân kayıyor. Duramıyoruz. O denli sıklıkla yer değiştiriyoruz ki kimseye kalıcı adresler ikram edemiyoruz.
Çevremizdeki dünya durmadan değişiyor. Tabiatıyla biz de.
Hem fâniyiz, hem de fena! Geçicilikle ma''lûlüz.
Hiçbir şeyi avucumuzda uzun süre tutamıyoruz; ya eriyorlar, ya buharlaşıveriyorlar. Çünkü
herşeyi değiştiriyor. Avucumuzu da. Öyle ki eşyanın eskimesine izin vermiyor; yaşlanmasına... yavaş yavaş yok olmasına... Zaman çılgınca akıp gidiyor. Hızla.
Çağdaş dünyada var-oluş, ''varlık''ların mevcudiyetini temin edemiyor. Mevcudiyetlerini idame ettirmelerine izin vermiyor. Zira oluşun hızı, ''var''ın keyfiyetini değil artık, mahiyetini de belirliyor.
Gerçekliğin en büyük teminatı
ve
değil midir?
Öyledir, hiç değilse —zahiren— öyle olmalıdır; zira bizatihi
kelimesinin kendisi, sürekli ve kalıcı (daim ve baki) anlamına gelir. Karşıtı ise
''dır.
Evet, süreklilikten ve kalıcılıktan mahrum olanın adıdır
. Yokluğa mahkûm olanın. Geçici olanın.
Hallac''ın söyleyemediği buydu işte!
kavramını düşünelim biraz da. Sıdkın ve sadakatin özüne bakmaya çalışalım.
Nedir
? Meselâ sâdık, hatta
olmak?.. Sözüne sadık, özüne sadık olan kimdir?
Sözüne sadık olan, sözünde
dır! Söz ile arasındaki mutabakatı bozmayan. Sözünden caymayan. Eşyaya ilişkin kavrayışını, söz düzeyinde de ısrarla muhafaza eden.
Sanıyorum şu kadarcık bir işaret bile sadakat''in kavramında saklı
ve
mânâsını açığa ve açıklığa çıkarmak bakımından yeterli.
Ustalarımız,
ile
kelimelerini, işte bu yüzden, eşleştirmekte bir an bile tereddüt etmemişlerdir.
Hak
, hakkında olduğu nesne ve olguya sadık ve mutabık olan söz için kullanılırdı. Hak din ise, hakikate mutabık itikad için.
Kısaca, sadakat demek hakikat demekti. Sadık olan, hak olandı.
ve
kelimeleri eskiden kadîm dostlukları tanımlamak için kullanılırdı. İki arkadaş arasındaki ilişki ve bağlılığın sürekliliğini/kalıcılığını vurgulamak için. Daha da ötesi, işbu sürekliliği ve kalıcılığı mümkün kılan
çokluğuna/zenginliğine de bilhassa işaret etmek için. (Nitekim sıddîk kelimesi bu mânâda mübalâğa ifade eder.)
İki kişi arasında vasıf itibariyle
olmadığı takdirde, aralarındaki ilişkide
da olmaz.
Devamlılığın ilk koşulu mutabakattır.
yani.
Bu kavramın hukuktaki karşılığıysa kefaet (denklik)!
Siz, bugün gelişigüzel kullandığımız
sözcüğünün yerinde, bir zamanlar
''in bulunuyor olmasını tesadüf mü sanıyorsunuz?
Bir zamanlar “cinsî
” denilirdi; şimdiyse “cinsel
”...
Okur, burada biraz gayret etmeli, ''
'' ve ''
'' sözcüklerinin anlamı üzerinde düşünmeli!
''nin (veya ileşme''nin) sonuçları üzerinde. Sağlamlığı ve dayanıklılığı üzerinde.
Tenin tene değmesi mânâsında, eskiden
denilirdi; daha çok hukukî bir kullanım olarak.
Bu durumda,
''in anlamı da şu oluyor: Birbirine uygun iki ruhun birbirine değmesi! Çünkü münasebet, iki şey arasında
(oran/orantı) olması anlamına gelir. Başka bir deyişle, iki şey arasında karşılıklı
varsa,
de var demektir. Çünkü nisbetin olduğu yerde
(cezbe) de olur. Sürekliliği ve kalıcılığı temin eden de zaten işbu
''dir. Nisbetlerdeki uygunluğun karşı konulamaz cazibesi.
Büyük usta, İbn Sina, bu cezbe''yi ''
'' kelimesiyle tanımlamış ve kâinattaki ilişkiler ağının bu
sayesinde süreklilik ve kalıcılığını elde ettiğini söylemiştir.
Demek oluyor ki
(cazibe/karşılıklı çekim) varsa, süreklilik ve kalıcılık da var demektir; aşk yoksa, ilişkide
da yoktur!
Bugün biz modernlerin dilinde
, sürekliliğin ve kalıcılığın alâmeti mi? Sıdkın ve sadakatin?..
Aşk, günümüzde bizatihi
olanın adı. Unutulanın. Geride kalanın. Kendisine dayanılamayacak kadar güçsüz ve hafif olanın. Belki de bağlanmaktan/bağımlı olmaktan kurtulmanın. Özgürlüğün.
Oysa ne büyük bir yalan bu!
özgürlüğün değil, köleliğin şânındandır; bağlanmanın, boyun eğmenin, cazibenin cezbesi altında durmaksızın daireler çizmenin... Zorunluluğun.
Ey talib, sen nasıl olur da kendini
olarak adlandırabilirsin? Sefili bile değilsin aşkın, zira senin Tanrı''ya inanmama özgürlüğün var.