|
Önce kendine iyi bir hikâye bul!

Bertolt Brecht''e bir dinleyicisi, hayran hayran, “Sayın Brecht! diye sorar: — “Biraz önce bize ne kadar harika bir hikâye anlattınız. Bu gerçek miydi?”

Purosundan derin bir nefes çeken Brecht, soru soran kişiyi biraz süzer, sonra çenesini biraz kibirle yukarı kaldırıp ona şu cevabı verir:

— “Tabii ki gerçek değil. Eğer öyle olsaydı, iyi bir hikâye olmazdı.”

* * *

İyi bir hikâye istiyorsan, gerçekten fazlasına ihtiyacın var demektir. Gerçekten, yani şeylerden ve olgulardan daha fazlasına...

Acaba gerekli olan bu fazlalık, gerçeği ifade gücü müdür?

Hayır!

Kimse gerçeği (gerçeğin kendisini) ifade edemez. İfade edebilmek için önce gerçeği hissedip sezmek gerek. Nitekim “Sanat ifadenin ifadesi değil, izlenimlerin ifadesidir” der Croce.

Sanat bir ifade meselesidir en son tahlilde. İfade (expression) edebileceklerimiz ise, gerçeğe dair izlenimlerimizdir (impression), gerçeğin kendisi değil.

Basitçe söyleyecek olursak, sezgilerimiz nefiste önce izlenimler hâlini alır, sonra da biz o izlenimleri ifadeye dönüştürürüz.

* * *

''Impression'' karşılığında, bir zamanlar ''izlenim'' değil, ''intiba'' kelimesi kullanılırdı.. İntiba da tıpkı impression gibi, kökünde ''basmak/baskı'' (tab-press) mânâsını taşır. Kelime, kabaca, dış dünyanın kendisindeki suretleri zihin levhasına basması manâsına gelir.

Dış dünyaya (gerçeğe) dair intibalarımız vardır. İzlenimlerimiz. Yani zihin levhasına basılı izler. İmajlar. Eşya zihnimizde izler bırakır (impression), ve sonra biz bu izleri dışarı vururuz (expression). Kısacası, önce intiba, sonra ifade.

Baskının yönü ya içeri doğrudur, ya da dışarı doğru.

Burada dikkat çekici olan şu ki, Croce, intuition (sezgi) ile expression''un (ifade) bir ve aynı şey olduğunu söyler.

Dolayısıyla ona göre sanat özü gereği sezgisel olandır (intuitiv). Eşyayı hissettiğimiz, sezdiğimiz/sezinleyebildiğimiz ölçüde ifade edebiliriz. Şeyleri, yani bu insanı, şu hayvanı, o bitkiyi... Şeyler arasındaki bağıntıları ise kavrarız.

Anladıklarımızı anlatabiliriz. (Açıklamamız şart değil.) Buna mukabil kavradıklarımızı açıklayabiliriz. (Bu durumda da anlatmamız şart değil.)

Sanatçı ile düşünür arasındaki fark, işte burada ortaya çıkıyor. İlki anladığını anlatır (teşbih ve temsil), ikincisi ise kavradığını açıklar (ta''lil ve tahlil).

* * *

''Expression'' deyince, Darwin''in o ünlü kitabı akla gelmez mi?

“The Expression of the Emotions in Man and Animals.” (1872)

Türkçe çevirisi, nedense gereğinden fazla güncelleştirilmiş görünüyor: “İnsan ve Hayvanlarda Beden Dili”.

Bu beden dilini inceleyen bilimdalının adı Fizyognomi (İlm-i Kıyafet) idi bir zamanlar.

Eh tabii bir de Fizyoloji vardı. Ancak 19. yüzyıldaki anlamı günümüzdeki anlamından çok farklıydı. Pekâlâ konusu da, amacı da. (Edebiyat okurları, eğer zahmet ederlerse, o dönemin en popüler bilimdalının etkilerini Balzac''ın romanlarında bulmakta hiç zorlanmazlar.)

Daha çok bilim tarihçilerini ilgilendiren bu ayrıntıları bir yana bırakıp yine Darwin''in adı geçen kitabına dönelim: The Expression of the Emotions...

Dikkat edilirse, duyuların veya duyguların değil, daha çok duygulanımların ifadesinden söz ediyor Darwin. Yani his ve ihsaslardan ziyade tahassüslerin dışavurumundan.

Hemen bir kenara kaydedin: tahassüs ve teessürlerin... Zira her intiba, bir tahassüs ve teessürün neticesidir.

* * *

Konuşmak nedir?

Bir ifade, yani dışavurum.

Kelimeler insan sözkonusu olduğunda elbette bazen düşüncelerin, bazen duyguların ifadesidir; ve pek tabii ki çoğu zaman da duygulanımların...

Peki hayvanlar sözkonusu olduğunda? Meselâ köpekler havladığında, eşekler anırdığında?

''Havlamak'' veya ''anırmak'' kelimeleri mecazen insan konuşması için de kullanılır. Bilhassa hakaret amacıyla. Nitekim bu hakarete başvuranların bir muradı da çıkan seslerde ''düşünce''nin yokluğunu vurgulamaktır. Köpekler gibi... düşüncesizce... gürültülü biçimde... ses çıkaranları eleştirmek... (Havlamanın bir türü de çemkirmek.)

Darwin''in ''emotion'' kelimesini seçmesi boşuna değil, sizin anlayacağınız.

Bu bilim adamının zihnini meşgul eden bir soru da şuydu: köpekler havlamayı nasıl öğrendiler? Çakallar ve kurtlar kapalı tutuldukları zaman köpek havlamasını taklid edebildiklerine göre, acaba köpekler de havlamayı taklid yoluyla öğrenmiş olamazlar mıydı?

İyi ama kimden ve nasıl?

İşte Darwin''in cevabı:

— “Çeşitli duygu ve istekleri ifade eden, evcilleştirilmesinden bu yana elde edilişi çok ilgi çekici olan ve değişik türlerde değişik derecelerde kalıtımsallaşan köpek havlamasının ilk olarak nasıl öğrenildiğini bilmiyoruz. Fakat hayvanların uzun bir süreçte çok geveze bir hayvan olan insanla (loquacious an animal as man) beraber yaşamasına bağlı olarak bunun elde edilişinde taklidin (imitation) rol oynadığından şüphe edilemez mi?”

Ne garip değil mi, Lucretius, 2 bin yıl önce insanoğlunun ahenkli ses çıkarmayı (müziği) kuşlardan öğrendiğini söylerken, Darwin, köpeklerin ahenksiz ses çıkarmayı insanoğlundan öğrenmiş olabileceğinden kuşkulanıyor.

* * *

Maksad sanatsa, gerçeği boşver ey talib, önce kendine iyi bir hikâye bul! Çünkü gerçeğin gerçekliğini (hakikati) görülebilir hâle getirecek olan hikâyedir. Hurafe yani.

Gerçeğe gelince, o tüm tevazûuyla sadece hikâyenin sürekliliğini sağlar. Sürekliliğini ve kalıcılığını...

Not: Siz bu yazıyı okuduğunuzda, ben, nasipse, çoktan Londra''nın arasokaklarında kaybolmuş olacağım, hem de şaşkınlık içerisinde, ve pek tabii ki “Arnolfini Ailesi”nin daveti vesilesiyle.

14 yıl önce
Önce kendine iyi bir hikâye bul!
Üst Akıl!
Burun direğini sızlatan bir mektup
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar