|
"Rabbim, rabbim! Beni niçin terkettin?"

— Ya Tanrı hakkında yanlış bir şey söylersem?

— Korkma, Tanrı seninle! O senin yanlış bir şey söylemene izin vermez!

— Peki ya Tanrı hakkında doğruyu söylersem?

— ! ! !

* * *

Sanırım hayatımın en büyük hatalarından biriydi.

Yıllar önce bir grup (yüksek lisans seviyesindeki) İlâhiyat öğrencisine Mantık dersleri veriyordum. Bir dostum rica etmişti. Hem istekli, hem yetenekli, hem de gayretliydiler. Benim için (sanırım onlar için de) verimli geçmişti o uzunca dönem. Ne de olsa mağaramdan çıkmıştım ve tutkulu gözlere hasrettim.

Ders aralarında, hatta bazen ders esnasında Mantık ve Felsefe''nin sınırları dışına çıkıyor, genel kültür meselelerimiz üzerine de lâflıyorduk. Çünkü nazarımda hepsi de dinlerine bağlı, temiz, saf Anadolu çocuklarıydı ve tabiatıyla İslâmî ilimleri tahsil etmekle meşgul olurlarken, düşünce ve sanat dünyasına yaklaşmaları pek mümkün görünmüyordu.

Bir şeyler yapmalıydım.

Dersler sona erdiğinde, kendilerine (aklım sıra onları ödüllendirmek amacıyla) "Gelin birlikte bir film seyredelim ve üzerine tartışalım" dedim.

Demez olaydım.

Teolojik bir film seçmiştim. En sevdiğim filmlerden birini. Martin Scorsese''ın Nikos Kazancakis''in romanından uyarladığı ve "Günaha Son Çağrı" adıyla Türkçeleştirilen "The Last Temptation of Christ"i...

Unutmak ne mümkün, filmin müziği, Peter Gabriel''in ''Passion'' albümündendi.

Kazancakis''in İsa yorumunu önemsiyordum. Çünkü Batı''da bilhassa Ernest Renan''ın "İsa''nın Hayatı" kitabıyla başlayan ve oradan bize de sirayet eden peygamber imagosunu dünyevileştirme çabalarına ilişkin nefis bir örnekti. Kilise''nin resmî yorumları tam tersine çevriliyordu. Bu İsa, bambaşka bir İsa''ydı. Beşer İsa. Tanrı gibi değil, insan gibi. Ecce Homo! İsa filmleri arasında hermeneutik açıdan en iddialısı. Doğrusu, Scorsese da en önemli işlerinden birini çıkarmış, sinema tarihine ikinci büyük imzasını atmıştı.

Zihinlerindeki Hz. İsa tasavvurunun tam aksiyle karşılaşacak olmaları, öğrenciler için büyük sorun olmaz diye düşünmüştüm, çünkü zaten tartışma konumuz buydu ve önümüzde elverişli bir sinema metni vardı. En nihayet Hristiyanlık açısından bile kabul edilemez bir yorumu değerlendirecektik. Text ve con-text arasındaki gerilimin tellerine dokunacaktık.

Asıl sorun, filmdeki kısa süren bir erotik sahne idi. Mecdelli Meryem''in (Maria Magdelana''nın) geçmiş yaşantısına atıfta bulunan genelev sahnesi!

Ayrıntılara takılmamaları için çocukları önceden uyardım, ve bu kadarına tahammül edebilirseniz, filmi seyredebiliriz dedim. Bir iki tanesi hariç teklifimi kabul ettiler. Izdırap içerisinde (!) filmi seyrettik.

Işıklar yandığında, baktım ki herkes şokta. Kireç gibi yüzler. Ne diyeceğini bilemez bir hâlde bakan, şaşkın, utanmış gözler...

Sustuk ve dağıldık. Benimkisi de sanki bir başka çağrıydı; "günaha son çağrı"...

* * *

Yazımın girişinde —hatırlayabildiğim kadarıyla— aktardığım diyalog, İsa''yla manastır arkadaşı arasında geçiyordu. Çölde.

— "Peki ya, Tanrı hakkında doğruyu söylersem?..."

Tüm sorularına cevap veren ve onu yüreklendiren arkadaşı susmuştu. Bu sorunun cevabı yoktu çünkü.

— Ya doğruyu söylersem?...

* * *

Dün Zaman gazetesinde Ekrem Dumanlı''nın yazdığı satırları okuyunca hatırladım bu hikâyeyi. Konu yine İsa''ydı. Bu sefer de başka açıdan.

Dumanlı şöyle yazıyordu:

— "Hazret-i İsa''nın son 12 saatini anlatan Tutku (The Passion of the Christ/2004) şüphesiz Hz. İsa filmlerinin en çarpıcı, etkileyici örneğidir. İsa Peygamber''e yapılan işkence neredeyse bütün teferruatıyla anlatılır. Mel Gibson''ın yönetmenliğini yaptığı filmde kanlı sahneler o kadar ürkütücüdür ki insanın o kareleri seyretmeye yüreği dayanamıyor. Böyle bir filmi İslamî hassasiyeti olan bir yönetmen çekebilir mi? Hayır!

Bir kere İsa Peygamber''i sureten canlandırmayı onun hatırasına saygısızlık sayar. İkincisi Kur''an ve hadis gibi kaynaklarda olay başka türlü anlatılır. Hz. İsa''nın "Baba, beni yalnız mı bırakıyorsun?" gibi şüphe içeren bir laf etmesi asla düşünülemez."

Doğru tesbitler de ihtiva eden bu satırlarda tashihe muhtaç ciddi noktalar var. En azından tartışmaya değer noktalar...

* * *

Meselâ şu itirazı ele alalım:

— "Hz. İsa''nın ''Baba, beni yalnız mı bırakıyorsun?'' gibi şüphe içeren bir laf etmesi asla düşünülemez."

Niçin düşünelim ki? Bilåkis hissetmek gerek! Anlamak gerek. Düşünmekse, pekâlâ düşünülebilir de. Hem de Kur''an''ın teyid ve teşvikiyle...

Dilerseniz, şu ayeti hatırlayalım:

— "Nihayet peygamberler ümitlerini kesecek hâle geldiklerinde..." ("hatta izâ istey''ese..." Yusuf: 110)

Elmalılı H. Yazır''ın çevirisi böyle. Bir de M. Esed''in çevirisine bakalım:

— "Elçiler neredeyse bütün ümitlerini kaybettikleri vakit..." (when those apostles had lost all hope...)

Demek ki peygamberlerin bile ye''se düştükleri, umutlarını kaybeder gibi oldukları anlar varmış! (Bu hâl, ismet sıfatına aykırı değildir; dileyen, ehline müracaat edebilir!)

Efendimizin (s.a) talebelerinden İbn Abbas, bu ayetle birlikte şu ayeti okumayı de çok severmiş:

— "Nihayet peygamber ve yanındaki müminler "Allahın yardımı ne zaman gelecek?" diye feryad ettiler." (Bakara: 214)

Bu ayetteki ''er-rasul'' kelimesi cins ifade ettiğinden, mânâ diğer peygamberlere de şâmildir.

* * *

— "Elohi, Elohi! Limâ sebaktanî!" (Rabbim, Rabbim! Beni niçin terkettin?")

Yunanca İncil''deki tek Aramice ifade! Matta ve Markos versiyonlarında...

Bir aşık-ı sadıkın feryadı. Bir insanın. İnanmış bir elçinin. Vuslat öncesi son feryad, son naz!

Ekrem Dumanlı kardeşim, meseleye biraz daha dikkatlice nazar ederlerse, böylesi feryadların düşünülebilir değil, hissedilebilir olduğunu göreceklerdir. Hissederlerse anlayacaklardır. İnanmış bir adamın inandığından ümidini keser hâle düşmesini gayet tabii bulacaklardır.

Bakınız, Mehmed Akif, ne demiş bir defasında!

"Madem ki ey adl-i İlahî yakacaktın ... / Yaksaydın o melunları... Tuttun bizi yaktın! (...) Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi? / Ağzım kurusun ... Yok musun ey adl-i İlahi!"

Şairler dervişlerin kardeşleridirler. Naz ehlidirler. Gönül ehli...

Ramazan geliyor, feryadlarımızla, şikâyetlerimizle semayı çınlatmanın tam vakti!

Naz vakti!

Ses verelim ki ses versin!

Heybetiyle gelsin, bir kere daha, "Buradayım, korkmayın!" desin!

15 yıl önce
"Rabbim, rabbim! Beni niçin terkettin?"
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı