|
Salaman ile Absal dile gelse de söylese!!

İslâm düşünce mirasını anlamak ve kavramak iddiasındaki kimselerin riayet edecekleri ilk ilkenin: "bu mirası bütünüyle anlamaya/kavramaya çalışmak" olduğunu söylersem, herhalde mübalağa etmiş olmam. Sözgelimi Tefsir, Hadîs, Kelâm, Fıkıh, Tasavvuf mirasımızı anlamak istiyorsak, mevcut bütün itikadî ve amelî mezheblere -ilkece- hürmet göstermekle ve İslâm''ın bütün kitabiyâtını (müdevvenâtını) mümkün mertebe ihataya çalışmakla yükümlü olduğumuzu da kabul etmeliyiz. Hanefî mezhebini müdafaa için Şafii mezhebini veya Hanbelî mezhebini müdafaa maksadıyla Malikî mezhebini kökten reddetmeye kalkışmak, sadece edeben değil, aynı zamanda ilmen de yanlıştır. Kezâ Eş''ârîliği veya Mâturidîliği müdafaa için ikisinden birini gözden çıkarmanın, meselâ Mâturidiliği önemsiyoruz diye Eş''arîliğe çamur atmanın da kabul edilebilir bir tarafı yoktur! Mizacımız ve meşrebimiz ne olursa olsun, ilmî seviye ve birikimimiz ne durumda bulunursa bulunsun, ilim ve irfan geleneğimizin ustaları hakkında takınmamız gereken tavır istihfaf olmamalı ve meselâ İbn Teymiyye''yi savunmak adına İbn Arabî''yi, İbn Arabî''yi savunmak adına ise İmam Rabbanî''yi "tümüyle" cerh ya da tekfir etmeyi bir marifet addetmekten -hem de şiddetle- kaçınmalıyız.

Bu tür tavırlara aslâ ve kat''â iltifat etmemeliyiz, zira İslâm düşüncesinin, ilim ve irfanlarıyla temayüz etmiş temsilcileri arasındaki tartışmalar ne seviyede olursa olsun, mümessillerimizin birbirlerine yönelttikleri tenkid oklarının uçları ne kadar sivrilmiş bulunursa bulunsun, bütün bunlar, o zevâtın büyük bir medeniyeti birlikte inşâ etmelerine ve tüm renkleri içiçe geçmiş ilmî bir süreklilik oluşturmalarına engel teşkil etmemiş, öyle ki medeniyet tarihimiz, bu hareketli süreç içerisinde âdeta muhtelif efkârın müsademesinden lemean eden bir bârika-ı hakikat hâlini almıştır.

Ben bu sözlerimle meşrebimizi, mezhebimizi veya İslâmî yorumlara dâir tercihlerimizi önemsemememiz veya farklılıklarımızı terketmemiz lâzım geldiğini dile getirmeye çalışıyor değilim. Bilâkis İslâm''ı anlamada/yorumlamada müslümanlar arasında farklılıklar olacak, bu farklılıklara binâen elbette tartışmalar da vukû bulacaktır. Usûlü dairesinde herhangibir âlimin ya da ekolün görüşünü eleştirmek ya da herhangibir âlimin ya da mezhebin görüşüne taraftar olmak, hatta -bazılarına çelişik gibi görünse de- kanaatlerimiz husûsunda taassub göstermek bizim en tabii hakkımız... Ancak kırıp dökmeden, iftiralara/ithamlara tenezzül etmeden, ilim ve edeb sınırlarını aşmadan...

Gazalî de, İbn Sinâ da aynı düşünce geleneğinin ustalarıdır!

"İmam Gazâlî" adının geçtiği her yerde, kendisinden "hüccetimiz" diye söz etmeye dikkat eden, İmam Gazâlî''ye düşünce dünyasının merkezinde yer veren ve bâ-husûs İbn Sina felsefesiyle hesaplaşmak gerektiğine inanan bir kimse olarak, İbn Sinâ''nın İslâm düşünce mirası içerisindeki yerini inkâr etmem mi gerekir?!? İmam Gazâlî''nin inşâ ettiği metafizik çerçevenin ihyâsı halinde bu zihnî herc ü merçten kurtulabileceğimiz kanaatini taşıdığım için, İbn Sinâ gibi bir büyük fikir ustasının ilim geleneğimiz içerisindeki müstesnâ mevkiini görmezden mi gelmeliyim?! İmam Gazâlî''nin tezlerini savunabilmek için, İbn Sinâ''yı tekfir ve takbih mi etmeliyim?!

Benim bütün bu suâllere cevabım elbette hayır''dır! İbn Sinâ''yı eleştirebiliriz ve fakat kendisini tekfir de edemeyiz, takbih de... İbn Sinâ''nın görüşlerini, söylediklerini, söylemek istediklerini kabul etmeyip reddedebiliriz; Meşşâî geleneğin (felâsife''nin) İslâm düşüncesi içerisindeki olumsuz rolüne dikkat çekebilir ve hatta bu geleneğin birçok ustası gibi İbn Sinâ''yı da tenkide kalkışabiliriz... Fakat bir tek şartla... Oklarımızın ucunu sivriltmeden önce, bu büyük feylesofun ne dediğini, ne demeye çalıştığını adam gibi anlamalıyız; fikirlerine nüfûz ettiğimizden, eserlerine bi-hakkın vukûfiyet kesbettiğimizden emin olmalıyız. Yoksa gelişigüzel birkaç kitapçık okuyarak veya bazı oryantalistleri uzaktan uzağa taklid ederek kendi geleneğimizin bu ustasına iftira atamayız, panteistti, ateistti gibi lâf u güzaflarla insanları kandıramayız, böyle bir teşebbüste bulunamayız.

İbn Sinâ''nın İslâm düşünce geleneğindeki yeri

Hilmi Yavuz''un, cahil cesaretiyle bu büyük ustaya ateist iftirasında bulunması, tipik bir aydın tavrıdır. Binaenaleyh kendisinin, İmam Gazâlî adının arkasına sığınması, bu büyük âlimi kendi cehaletinin destekçisi haline getirmekten ve acımasızca kalemine sermaye kılmaktan öte bir anlam taşımaz. Çünkü bu şâir-yazar, ne İbn Sinâ''nin, ne Gazâlî''nin eserlerini doğru-dürüst okumuş ve anlamış, ne de bu âlimlerin ne demeye çalıştıklarını bi-hakkın kavramıştır.

Herşeyden evvel, İbn Sina ile Gazâlî arasındaki tartışmanın ateizm''le hiçbir alâkası yoktur ve bütün mesele Kâdir-i Muhtar bir Tanrı''nın yerini tayin etmek meselesidir. Nitekim Felsefe ile Kelâm''ın arası burada açılmış ve İbn Sinâ Beyanî bilgiyi Burhanî ve İrfanî bilgiye tâbi kılmaya çalışırken, İmam Gazâlî Burhanî ve İrfanî bilgiyi Beyanî bilgiye tâbi kılmaya çalışmıştır. (Burada Hilmi Yavuz''un anla(ya)madığı ve anla(ya)mayacağı husûs, en basit ifadeyle teşkik''in mahiyetidir.)

İbn Sinâ''nın el-İşarât ve''t-Tenbihât adlı eserine, Fahr''ur-Razî, Nasiruddin Tûsî, Kutbuddin Râzî, Tüsterî, Siraceddin Urmevî, Ekmeleddin Nahçuvânî, Burhaneddin en-Nesefî, İbn Kemmûne, Şemseddin Semerkandî, İbn Kemâl gibi büyük Kelâm ve Felsefe ustalarının yazdıkları şerhlerden, hâşiyelerden, muhakemâtlardan haberi olan, hiç değilse Keşf''uz-Zünûn''a bakmak zahmetine katlanan bir kimse, hevâ ve hevesin oyunlarına alet olmadıkça eş-Şeyh''ur-Reis''e ateist demek cüretini gösterebilir mi? Ünlü Sünnî Müfessir ve Kelâmcı Fahr''ur-Râzî, bu âlimin İşarât''ını, Hidaye''sini, Uyun''ul-Hikme''sini şerhederken (hadi diyelim ki cerhederken), bir ateistin eserlerine mi vakf-ı ömr eyliyordu?!? (XIX. asrın sonlarında, Cemaleddin Afganî, tilmizi Muhammed Abduh''a bu eseri iki kez istinsah ettirecektir.)

Unutulmamalıdır ki İbn Sina düşüncesi, Osmanlı''da Kelâm içerisinde, İran''da İşrakîlik içerisinde eritilmiş ve bu feylesofun fikirleri Sünnîler arasında -İmam Gazâlî aracılığıyla- Fahr''ur-Râzî, Şiiler arasında ise -Mir Damad aracılığıyla- Molla Sadra tarafından ta''dil, tashih ve dahî takib edilmiştir. Binaenaleyh ne Sünnî Kelâmı, ne de Şii Kelâmı, İbn Sinâ''sız anlaşılamaz ve açıklanamaz. (Osmanlı medreselerinde eş-Şifa en yüksek seviyede/bahr seviyesinde okunan bir eserdi.)

Hâsılı, İmam Gazâlî''nin eleştirisini istismar ederek İbn Sinâ''nın cerhedilen fikirlerine atıf yapmayı marifet saymak yerine, aynı zamanda şerhedilen fikirlerini dikkate almalı ve eş-Şifa''nın müellifine ateist damgasını basmak cüretinde bulunanlara, İmam Gazâlî''nin dahî hakkını helâl etmeyeceği aslâ hatırdan çıkarılmamalıdır.

25 yıl önce
Salaman ile Absal dile gelse de söylese!!
Yargıda yeni bir kamikaze saldırısı mı?
Var tartışmaları
En iyisi Livakovic en kötüsü Numanoğlu
Laik düzende Müslümanca yaşamak
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…