|
Siyasette yol ayrımı: ya sadakat, ya ehliyet!

Bir bakkal yanına bir çırak almak istediğinde, alacağı çocukta/kişide ilk olarak nasıl bir özellik arar? Elbette öncelikle sadakat arar.

Bakkallar yanlarında çalıştıracakları kişilerin işe ehil veya yatkın olup olmamalarından daha ziyade kendilerinin bizzat sadık ve emin (güvenilir) biri olup olmadıklarına bakarlar.

Çırakların güvenilir olmalarının öncelik kazanması gayet anlaşılır bir durumdur. Çünkü güvenilir olmamaları halinde çırakların ehil olmalarının ne anlamı vardırki? (Bakkalın bizzat kendini işe ehil görmesi yeterlidir.)

Bakkallar bu yüzden dükkanı emanet edecekleri kişide haklı olarak ehliyet değil, emniyet arayacaklardır. Her halukarda sadakat yani.

* * *

Beceriksizlik en nihayet telafi edilebilir, peki ya ihanet?

İhanet, dükkanın varlık şartlarındandır ama ehliyet öyle değildir. En azından bir süreliğine. (Mesela bakkal hayatta oldukça.)

Kötü yönetim (veya kötü işletim) belki dükkanı yıkmaz ama ihanet, -kimsenin kuşkusu olmasın ki- dükkanı mahv u perişan eyler. Eksiklik ve kusur yokluktan yeğdir bu yüzden bakkalların gözünde.

Dolayısıyla çıraklar en yakınlardan seçilir. Öncelikle aile içinden. Yani evvela bakkalın karısı veya varsa önce erkek evlat, yoksa, duruma göre kız çocuğu. Yahut yakın akrabalar. Ya da en azından komşu çocukları. Hiç değilse aynı mahallenin çocukları.

Böyledir, çünkü ölçü sadakat ve emniyettir, ehliyet değil.

Dikkat edilsin lütfen, sadakat ve emniyetin ölçüsü de sadece soyca yakınlıktır. Yani sıhriyet.

Demek oluyor ki bakkallar dükkanın kalıcılığı ve sürekliliği bakımından güvenilirliği (sadakat ve emniyet), sadakat ve emniyeti sağlamak bakımından ise soy yakınlığını (sıhriyyet) ölçü alırlar.

* * *

Şimdi soruyu şöyle soralım:

- Bir büyük marketler zincirinin yöneticileri işe alacakları kişilerde öncelikle nasıl bir özellik ararlar?

Elbette öncelikle ehliyet ararlar.

Yani önemli olan vasıf, seçilecek kişinin iş konusundaki yeterliliği, yeteneği, yapılacak işin ağırlığına göre de bazen deneyim ve yetkinliğidir.

Yapılacak işin hacmi büyüdüğünde, yani iş kurumsal olarak rasyonalize edildiğinde sadakat kavramının önemi kaybolmasa bile azalır.

Büyük işletmelerde ihanet kavramının hiçbir açıklayıcı değeri yoktur. Çünkü yönetimin aklileşmesi kavramların duygu yükünü boşaltır. Mesela bir imparatorluğu asla hainler çökertmez, beceriksizler (kifayetsiz muhterisler) çökertir, yani soyca yakın olup olmadıkları bir yana, sadece işinin gereğini yapmayan ehliyetsiz yöneticiler.

Devletleri/devletçikleri batıran ise tabiatı gereği sadece hainlerdir. Yani soyca yakın oldukları halde kendi çıkarlarını dükkanın çıkarlarına tercih edenler... Yani alçaklar, kahpeler, kökü dışarıda (ecnebi/yabancı) odaklar...

* * *

Osmanlı, ''devlet-i aliyye'' (imparatorluk) olduğu asırlarda ehliyeti, bu vasfını kaybettiği dönemlerde ise sadakati önemsedi. Keza, büyükken sorunları tartıştığında hep yöneticilerinin ehil olup olmadığını sorguladı, küçüldüğündeyse sadık olup olmadığını...

Osmanlı, ''devlet-i aliyye'' iken, siyasi kavramlarını duygu yükünden boşaltmayı pekala becermiş, yönetimi aklileştirmeyi başardıkça da büyümüştü.

Hainler, alçaklar, kahpeler edebiyatı yönetimde duygusallığın, yani irrasyonalitenin alametidir. Nitekim Meşruiyyet ve Cumhuriyet dönemlerinde, siyasi olgu ve gelişmeleri hala sadakat-ihanet kavramlarıyla açıklamanın sıradan zekaları tatmin ediyor oluşu bu yüzdendir.

Yönetimde ehliyet arayışı hala ikincildir. Siyasi liderler çoğunlukla kişinin işi bilip bilmediğini değil, ''bizden'' (!) olup olmadığını önemsemektedirler. Haklıdırlar. Çünkü bakkal yönetmektedirler.

* * *

Bir siyasi lider olarak Necmettin Erbakan''ı hangi kategoride değerlendirmeliyiz? Bilhassa Oğuzhan Asıltürk''lerin etkisiyle mecbur kaldığı sözde son çıkışı?

Bu sorunun da çoklarınca -haklı olarak- duygu yükünden azade kelime ve kavramlarca cevaplanamayacağını biliyorum. Çünkü ahde vefa duygusu en azından bazılarının nesnel bir eleştiri yapmalarına mani olacaktır.

Biraz olsun düşünmeli, acaba sayın Erbakan hayatı boyunca ehliyete mi önem verdi, sadakate mi?

Elbette sadakate. Çünkü davasını bir ömür boyu bir bakkal duyarlılığında idare etti, çoğu Cumhuriyet dönemi lideri gibi. Ehliyetse zaten kendinde vardı, çıraklarının sadık olmaları, ne yazık ki onun için yeterliydi.

Sayın Kurtulmuş''a akılları sıra işte bunun için haddini bildirecekler.

Niçin?

Nezaketle ''Biraz da ehliyet!'' dediği için.

Cesaretle ''Yönetici (imamet) şartlarını haiz değilsiniz hocam, usulünce çekilin artık!'' diyemediği için.

* * *

Siyasetin aklileşmesi gerekiyor. Sadakatin değil, biraz da ehliyetin önem kazanması...

Turgut Özal''ın -bütün kusurlarına rağmen- değeri ve büyüklüğü buradadır. Hiç çekinmeden aynı tesbiti -liderliğinin bilhassa ilk dönemlerini dikkate alarak- sayın Tayyib Erdoğan için de tekrarlamak isterdim, ancak kendileri ne yazık ki son birkaç yıldır -herhalde dönemin nezaketi sebebiyle- sadakati ehliyete yeğler oldular.

Her iki tercihin de muhakkak bir siyasi bedeli vardır ve ödenmek zorundadır. Sadakati tercih etmenin de, ehliyeti tercih etmenin de.

* * *

Bu meseleye bir de sadakatin karşısına ihaneti değil, ehliyeti koyarak bak bakalım ne göreceksin ey talib?

Oturduğun masanın üstüne çık da etrafa bir de oradan bak!

Bakarsan, ''Sadakatle ehliyet hiç biraraya gelmez mi?'' diye çocukça sorular sormaktan vazgeçeceksin, biliyorum.

Ehliyeti olmayanın sadakati çırak sadakatidir, na-ehil sadakati...

14 yıl önce
Siyasette yol ayrımı: ya sadakat, ya ehliyet!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi