|
Sizin zannınız size, bizim zannımız bize!

Babanzâde Ahmed Naim... Mehmed Akif''in en iyi dostu. "Hacı Baba"sı. Vefatına tahammül edemediği yegâne yoldaşı.

Secdede ruhunu teslim etti. Bir ikindi namazında. Bir hadis-i şerifi şerhederken...

Babanzâde Ahmed Naim, kısaca "Tecrid-i Sarih" diye bilinen bir hadîs derlemesinin (yani bir Sahih-i Buharî özetinin) mütercim ve şârihlerinden...

TBMM''nin desteğiyle neşri kararlaştırılan iki eserden birinin... Kur''an-ı Kerim''in terceme ve tefsir işi Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (öl. 1942) tarafından üstlenilmiş ve tamamlanmıştı.

Tecrid-i Sarih''in terceme ve şerhi göreviyse Babanzâde tarafından deruhde edilmişti.

Ancak üç cildin terceme ve şerhi yapılmış ve fakat eseri tamamlamak mümkün olmamıştı. Çünkü Ahmed Naim Bey 1934''te vefat etmiş, ve proje Kamil Miras tarafından ikmal edilmişti.

Ahmed Naim Bey''in felsefî dikkat ve derinliğini sadece vurgulamakla yetiniyorum.

Tefsir''de Elmalılı, Hadis''te Babanzâde, Nazarî İrfan''da Ahmed Avni Konuk... bu zevatın herbiri Cumhuriyet''in ilk yılları itibariyle o devrin neredeyse "ferîd-i asr"ıdırlar desem, belki mübalağa ettiğim düşünülecektir. Söylediğim mübalağa değil, bir hakikattir.

Lâkin tümüyle değil. Kısmen. Çünkü o dönemde kendisine işaret edilebilecek isim sayısı çoktur.

Bilen bilir.

* * *

Şimdi Babanzâde''nin Tecrid-i Sarih tercemesinden bir alıntı yapmak istiyorum.

Yakın tarihimizden bir düşünürün dahî ne dediğini anlamakta zorluk bulunduğunu biliyorum ama, lütfen biraz sabır ve tahammül.

İnanınız, buna değecek!

Önce aslından okumayı deneyelim, sonra günümüz Türkçesinden...

— "Elhâsıl basiret üzere olmalıyız. Erbab-ı fennin tecribe sahasında hergün gösterdikleri terakkiyât-ı azimenin meshûru olup da felsefe ve ilâhiyat sahasında da daima aynı kemalâtı haiz olduklarına kail olmağa gelmez. Onların vâkıa sübut bulmuş, tecribe ile teeyyüd etmiş kazaya-yı sahihaları ilmîdir. İşte biz onları kabul eder, faydalarından tamamiyle hissemend olmağa çalışırız. Fakat yalnız o kadar! Kendi ilimlerinin asıl sahasından çıkıp da kavanin-i külliyye-i kevniyyeyi ta''lil edecek farziyyâta kalkıştıkları, imkân ile vücub bahislerini karıştırdıkları anda bizim de kendileri kadar, belki daha ziyade bahsedebileceğimiz sahaya düşmüş olurlar. İşte o zaman onların dedikleri aklımıza uymadıkça teslim etmeyiz. Çünkü onların aklı varsa bizim de vardır. Zaten o vadide ihtilaf nazarları o kadar çoktur ki kendi aralarındaki nizâ, ehl-i edyanı kendileriyle uğraşmakta azade kılar." (II/264-265)

Biraz serbest bir çeviriyle şöyle özetleyebiliriz bu satırları:

— "Bilimadamlarının deney sahasında elde ettikleri başarılar karşısında gözlerimiz kamaşıp da onların felsefe ve teoloji alanında da aynı şekilde haklı olduklarını kabul etmemiz gerekmez. Olgularla desteklenen kesin yargılarının bilimsel olduğunu kabul ve itiraf eder, yararlanmaya çalışırız. Ancak hepsi bu kadar! Bilim''in sınırları dışına çıkıp güya varoluşun tümel yasalarının nedenlerini açıklamak adına birtakım varsayımlarda bulunurlar ve zorunlu (vacib) ile olası''yı (mümkin) birbirine karıştırırlarsa, iddialarını ciddiye almayız. Çünkü onların aklı varsa bizim de var. Nitekim kendi aralarındaki tartışma ve çatışmalar zaten onlara yeter, din ehlinin bu kavgaya dahil olmalarına gerek bile yoktur."

İsrâ-Mirac hadîsinin şerhinde işbu notu düşmekten kendini alamaz merhum.

Bilimsel yargıların kesinliğini deney''le sınırlı tutuyor, diğerlerini ise metafizik yargılar olarak yorumluyor.

"Böyledir" ile "böyle olabilir"in arasını.

Dinî konulardaki savunmasını ''olabilir'' kavramının altına sokuyor. "Bir şey olabilirse, olmayabilir de!" demek istiyor.

Babanzâde dır''ın vücubunu Bilim''e, olabilir''in imkânını ise Din ve Felsefe''ye tahsis edip, meselâ mucizeleri olabilir''in alanında telakki edip dinî anlatıların bilimsel yargılarla reddedilmelerinin önüne geçmeye çalışıyor.

* * *

— "Onların aklı varsa bizim de vardır!"

Yani:

— "Onların zannı varsa bizim de vardır!"

Başka bir deyişle, aklın yasaları birdir, iş tahmine kaldıktan sonra biri diğerine tercih edilemez. Tahminse tahmin, sanıysa sanı!

İlim herkesi bağlar, zan ise sadece sahibini. Dolayısıyla Batılıların sadece olgu ve deneyle kesinleştirilmiş bilimsel yargıları kabul edilir, zan ve tahmin sahasına girdiklerindeyse "Sizin zannınız size, bizim zannımız bize!" denilip geçilir.

* * *

Keşke bu kadar kolay olsaydı.

Doğu''yla Batı...

Din ile Bilim...

Olasılık ile Zorunluluk arasındaki karşıtlık bugün de —o gün olduğu kadar— göze kolay görünebilseydi?!

Özünün değişmeyeceğini varsaydığımız bir vücûb (zorunluluk) ve imkân (zorunsuzluk) kavramıyla düşünme alışkanlığını sürdürmek bir yana, bizatihi değişmez bir öz''ün varlığından kuşkulanıldığı bir çağdayız.

Mahiyetinin olmadığını iddia eden bir çağın keyfiyetini değiştirmekten söz ediyoruz.

Üstelik İslâm adına.

Özünden sözetmeyi bıraktığımız dünyagörüşü aracılığıyla, özünden sözedilmesi güç bir çağı nasıl kavrayacağımızı bilemiyoruz bu yüzden.

Mahiyet ile keyfiyeti karıştırdık bir kere. Zât ile sıfatları.

Allah denilince zâtı anlıyoruz, Hak denilince sıfatı.

Ağlarken gülüyoruz.

İnanırken inkar ediyoruz.

* * *

Boşuna kendinden saklanma ey talib!

Sana sobe diyecek olan başkası değil, yine kendin!

Batı da senin vehminde, Bilim de.

Söyle o hâlde, Doğu''n neresi, hani Din''in?

Zannına razıyım, yeter ki merkezi göster!

Ayağını bastığın yeri.

East''i değil, Orient''i.

14 yıl önce
Sizin zannınız size, bizim zannımız bize!
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması yerli ve milli bir proje miydi?
Türkiye “Olağanüstülükler Çağı”na nasıl hazırlanacak?
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti