|
Sol İlâhiyat

Üzerinde sektirdiğim her taşı varlık denizinin karanlıkları yuttu. Gam mı?

Taşlarım hep yutulmak içindi zaten!

* * *

Dindarlığı bir iktidar söylemi olarak kavramak başka, onu bir muhalif söylem olarak kavramak çok daha başkadır.

Bir iktidar söylemi olarak dindarlığın bir hülyâsı, bir ütopyası yoktur. Olamaz. Üstesinden gelmek zorunda olduğu tek endişesi sürekliliğini sağlamaktır; yani gerçekliği zabt u rabt altına almak...

Hangi gerçekliği?

Elbette katlanabildiği kadarıyla gerçekliği.

İktidarların görmek zorunda kaldığı gerçeğin miktarı, muhaliflerin gördüğünden hem daha farklı, hem de daha çok olacaktır hiç kuşkusuz.

İktidar olmak hülyalara kavuşmak demek değildir, bilâkis iktidar olmak, hülyaları ertelemek, mümkünse onlardan vazgeçmek demektir.

İktidarın doğasıdır bu. Gerçeğin keskinliği hülyânın letâfetini ezer geçer.

* * *

Gerçeklikle aradaki mesafenin azalışı, hatta kapanışı olarak tanımlıyorum iktidarı.

Muhalif olmanın da yine bu mesafeden hareketle bir anlamı olabileceğini düşünüyorum.

Gerçeklikle aranızda ne kadar mesafe varsa o denli muhalif sayabilirsiniz kendinizi. Gerçeklikle, yani dünyayla...

Dünyayla aranızda bir mesafe varsa, bir ihtilâf da var demektir.

Gerçekliğe ne kadar yenilmişseniz, gerçekliğin ne kadar uzağına düşmüşseniz, ihtilâfınız da o nisbette sahicidir demektir.

Aksi varid olamaz mı?

Elbette olur!

Gerçeğe gerçeğin içinden muhalefet edenlere bizler peygamber diyoruz. Diyemediklerimize de ya şâir, ya mecnun!

* * *

Kur''an''da cennet-cehennem tasvirlerinin anlatım yoğunluğu, Kur''an''ın 23 yıllık iniş süreci dikkate alındığı takdirde, acaba nasıl bir dağılım gösterir?

Dikkatli bir inceleme, bu tasvirlerin ilk 3 yılda —diğer konulara nisbetle— zirve yaptığını (% 47) ve fakat ifade sıklığının zamanla azaldığını göstermektedir. (Düşüş eğrisi, 23 yıllık dönem içinde % 25''lerden % 10''lara kadar gerilemektedir.)

Buna mukabil hem cihad, hem de ahkâm ayetleri çok farklı istikamet izlemekte, 23 yıllık dönemin neredeyse 2/3''lik bölümünde % 10''ların altında seyreden anlatım yoğunluğu, Medine döneminin sonlarına doğru zirve yaparak % 70''lere ulaşmaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehdi Bâzergan, Kur''an''ın Nüzûl Süreci, Ankara 1998)

* * *

Bu tablodan çıkan sonuç şudur:

Kur''an''ın, çağrısının ilk aşamalarında ütopyaya verdiği yerin miktarı, takipçilerinin gerçeklik üzerinde güç kazanmaya, başka bir deyişle, gerçekliğe —pozitif anlamıyla— yakınlaşmaya başlamalarıyla orantılı.

Toplumsal düzenleme (ahkam) ile ilgili ayetler, 23 yıllık sürecin sonunda yoğunlaşıyor. Medine''de. İktidar döneminde.

Savaş ayetleri de öyle. Anlatım yoğunluğu 23 yıllık dönemin sonuna denk geliyor; yani dinî söylem toplumsallaştıkça dünyevîleşiyor. Dünyevîleştikçe de ister istemez öte-dünya vurgularını azaltıyor.

Savaş ve ganimetin ''gerçeklik'' kazandığı yerde, eskatolojik vaadler, söyleme asıl rengini verebilir mi? Vermez.

Avam peşini sever çünkü. Elde olanı. Hemen ele geçirilebilecek olanı. Kolay olanı. Ganimeti.

Gerçeklikle arasındaki mesafe azaldığında avamın ütopyası kalmaz. Artık o elindekileri tüketmekle meşguldür; yemekle, içmekle, yaşamakla...

İktidarın ütopyası olmaz bu yüzden!

Ütopya, muhaliflere özgü nimetlerdendir. Gerçeğin uzağında olanlara. Yoksullara. Yeryüzünde zayıf bırakılmışlara...

Gerçeğe bile isteye tekme savuracak denli cesur olanlara...

* * *

— “Ütopya sol ilâhiyatın gizli adıdır.”

Sosyalist bir yazarın tesbiti bu. Burhan Sönmez''in.

Kulak verilmesi gereken bir ses, o nedenle dikkatle dinlemeliyiz kendisini.

— “Her ütopyada sol ilâhiyatın izleri vardır.

Gizlidir bu. Dünyevîdir. İyilikçidir. Dünyevî olanı, ilâhî bir dille kurar. Vaadçidir. Ve aşkındır, şu anki maddî koşulların aşılmasıyla varılacak bir yeri tarif eder.”

Ses, coşkusunu hiç kaybetmez:

— Felsefe ve bilim, bunun parçalarını bulmaya çalışırken, semavî dinler, doğdukları zamanın bilgisini ve felsefesini kapsayarak ütopyayı ilâhi bir tüle sararlar.

Din gerçeğin üzerindeki tüldür. Peygamberler bu dili kullanarak varlığın ''bütünsel'' olarak kavranmasına yardımcı olurlar.” (“Ütopya: Sol İlâhiyat”, Birikim Dergisi, sy. 246, s. 34-41, Ekim 2009. Bu yazı, Murat Küçük''ün aynı sayıda yer alan “Sol ve Aleviler” başlıklı o nefis analiziyle birlikte okunmalı!)

* * *

Gazeteler aslâ gerçekliğe taş atamazlar. Aksine onlar gerçeği (!) söylemek ve gerçekleri (!) haber yapmak zorundadırlar.

Peki dergiler öyle mi?

Hayır! İstenirse, hâlâ dergiler aracılığıyla gerçeklerin üzerine taş fırlatılabilir. Küçük ve fakat etkili taşlar.

Gerçeklikle aramızdaki mesafe ne kadar çoksa, inanma gücümüz de o kadar çok olacaktır! Özgürlüğe inanma gücümüz... Tanrı''ya ve insana...

Not 1: Bu akşam saat 21.00''de TVNET''te, Japon Yönetmen Akira Kurosawa''nın ''Raşomon'' adlı filminden hareketle yalanın özünü tartışacağız; insanın bütün çıplaklığıyla kendisini kendisine anlatıp anlatamayacağını...

Not 2: Taksim-Tünel''deki dersler bu ay 8 Aralık Salı, 10 Aralık Perşembe günü gerçekleşecek. Saat: 18.00''de. Gelirsen, ey talib, belki bir kez daha gerçeğin üzerine fırlatabileceğin taşlar bulabilirsin elinde! Küçük küçük çakıltaşları... kendi üzerine fırlatabileceğin taşlar...

14 yıl önce
Sol İlâhiyat
Mutlu Ol Yeter
Türkiye’yi taşıyacak düşünce kapasitesi nasıl gelişir?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!