|
Tanrı"nın iki eli de sağ eldir

— "Anladığım kadarıyla siz, Tanrı''nın, sanki bir amacın peşinden koşarken işleri yolunda gitmiş biri gibi, bizim yapıp ettiklerimize sevindiğini düşünüyorsunuz."

28 Ocak 1665 tarihli bir mektubunda dindar bir okurunun sitemlerine böyle mukabele eder Benedictus de Spinoza.

Biz de gündelik dil içerisinde "Allah razı olsun!" veya "Allah belânı versin!" derken, gerçekte, Spinoza''nın okuru gibi, Tanrı''ya olumlu ya da olumsuz duygu-durumları atfetmekten kaçınmayız. İnsanlara özgü bir duygu-durumunu Tanrı hakkında kullanmanın hesabını nasıl verebileceğimizi hiç düşünmeyiz; tıpkı "Allah razı olsun" derken, ''rıza'' hâlinden, yani hoşnutluktan, üstelik Tanrı''nın hoşnutluğundan ne anlamamız gerektiğini hiç mi hiç aklımıza getirmediğimiz gibi.

Okurunun ısrarlı soruları karşısında, Spinoza en nihayet şöyle demek zorunda kalacaktır:

— "Tanrı''nın hoşuna gitme" [Allah''ın rızası] sözcükleriyle ne demek istediğinizi anlamıyorum. Eğer Tanrı birinden nefret edip ötekini sever mi, birini hiçe sayıp ötekini kayırır mı, diye soruyorsanız, cevabım hayır!"

Filozof, ancak teolojik dil içerisinde bir anlamı olan bu tür ifadeleri felsefenin/aklın diline o kadar kolay çeviremeyiz, demeye çalışıyor.

Bir kısa alıntı daha:

— "Günah ve kötülüğün olumlu varlıkları olduğunu kabul edemem; hele bir şeyin Tanrı''nın iradesine aykırı olarak varolabileceğini veya vukû bulabileceğini, hiç." (5 Ocak 1665)

Spinoza''ya göre, mutlak kötülük yoktur. Her şey Tanrı''dandır. Tanrı bizi yaratmakla kalmaz, O fiillerimizi de yaratmaktadır. O''ndan aslâ kötülük sadır olmaz. Ne ki vardır, iyidir.

* * *

Bu âlemde hakikaten kötülük yoktur ey tâlib! Çünkü Tanrı''nın eli vardır, elleri vardır.

Tanrı''nın iki eli vardır.

Bu hakikate işaret eden Hak! İşareti ise pekâlâ Kur''an''la sabit.

Elimizde bu işaretin bir de açıklaması var:

— "O''nun iki eli de sağ eldir." (Kiltâ yedeyhi yemîn!)

Açıklamanın sahibiyse, bizzat, Hakk''ın ve hakikatin elçisi! Efendimiz. Tevili sahih bir kaynakta kayıtlı. Sahih-i Müslim''de.

Öpüp başımıza koyuyoruz.

* * *

Ne garip değil mi, hakikat taliblerinin beklediği her açıklama teşebbüsü bir başka açıklama teşebbüsüne daha ihtiyaç duyuruyor. Sordukça, hakikatin ışığı sanki biraz daha kararıyor.

Oysa bu zorunlu. Çünkü sanıldığının tam da aksine, bizler, hakikatin özüne, ancak kendisinden yayılan parlaklığı azaltmak suretiyle bakabiliriz; ya onu kendimize göre ayarlamak, ya da gözlerimizi biraz daha kısmak suretiyle. Ayarlamak, yani parıltılarını zayıflatmak suretiyle. Mecburen, her defasında, ışığı biraz daha karartmak suretiyle.

Meselâ çağdaşımız bir âlime kulak verelim. Elmalılı Hamdi Yazır''a (öl. 1942).

Merhum Elmalılı, bu iki elden, "biri bast, diğeri kabz olmak üzere ilâhî kudretin cemal ve celâl haysiyetlerinin anlaşılması gerektiğini" söyler.

Yani?

Yanisi şu: Maddî veya manevî, hangi hâlde olursan ol, ister kabz (darlık), ister bast (genişlik), iyi bil ki dâima ilâhi kudretin elindesin. İnanırken de, isyan ederken de. Sevinirken de, üzülürken de. Ben dilediğimi yaparım, diye vehmetme, o aslâ seni sana bırakmaz! İçinde bulunduğun hâllerin tümü de hakikatte ilâhî kudretin celâl ve cemâl sıfatlarının tecellisinden ibarettir. İkisi de hayr-ı mahz''dır; sade iyiliktir.

Kendine ait zannettiğin o irade ve kudret var ya, onlar sana değil, Hakk''a aittir. Her ne ki istiyorsun, isteyen Hak''tır. Her ne ki yapıyorsun/yapabiliyorsun, sendeki kudretin sahibi sen değilsin, O!

Bil ki bütün irade de O''nun, bütün kudret de!

İrade ve kudretin, hakikatte, cüz''îsi filan olmaz!

* * *

Biraz daha açalım. Meselâ Tebrizli Şems''imizin sesine kulak verelim. Şaşkınların pîrine. Kuş gibi ürkenlerin, ürperenlerin rehberine.

— "Efendimizin mübarek sözlerinden hiçbiri karşısında şaşırıp kalmış değilim, ancak şu "Dünya müminin zindanıdır" hadîsi yok mu, hayretler içerisindeyim; zira dünyayı hiç de zindan gibi görmüyorum ben. Bilâkis, bakınca dünyaya, "Hani zindan, nerede?" diyorum. Lâkin dikkat etmeli, Efendimiz, "müminin zindanı" buyuruyor; "kulların zindanı" demiyor. (...) Ne kadar ararsan ara, bu meselede aslâ sol tarafı bulamayacaksın! Çünkü dostun her iki eli de sağ eldir."

Şems''in sözüne söz eklemek gelmiyor içimden. Edeben. Ve rahmeten.

Sanki, biraz daha açarsam, bu sefer hakikat hiç görülemeyecek hâle gelir diye korkuyorum.

Ancak şu kadarını söyleyeyim ki dervişler gibi, sanatçıların da iki gözü vardır, ikisi de sağ gözdür. Onlar da sırf bu yüzden ne çirkini görebilirler, ne de gösterebilirler.

* * *

Ey talib, hakikatle, hakikatinle karşılaşmak istiyorsan, işe önce anacaddeleri terketmekle başla!

Yanında başkaları olmamalı. Çünkü hakikat kalabalıkların huzurunda peçesini açmaz. Uluorta soyunmaktan ar eder. Utanır. Saklanır. Arasokaklara.

Hatırlarsan, Yusuf, hakikat ortaya çıkmadıkça zindandan çıkmayı kabul etmemişti.

Bütün âşıklar zindandayken, ey talib, söylesene senin dışarıda işin ne?

Not: Uzun bir aradan sonra en nihayet geçen hafta "Akif''e Dair"in genişletilmiş basımı (Kapı Yayınları tarafından) neşredildi diye sevinirken, sevincimize sevinç katıldı. Ertuğrul Düzdağ hocamızın gıpta edilesi ciddiyet ve titizliğinin mahsûlü olan Safahat''ın tahkikli neşri (İz Yayınları tarafından) son hâliyle ilim-irfan ehlinin nazar-ı dikkatine sunuldu. Gecikmemeli, hemen öpüp başa koymalı! (Safahat''ın bu neşri, nezdimdeki en muteber neşirdir.)

14 yıl önce
Tanrı"nın iki eli de sağ eldir
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?