|
Teşhirciliğin dindarcası

“Bir lokma, bir hırka felsefesine inanmam. Bu bize yutturulmuş bir zokadır.”

MÜSİADın kurucusu ve eski başkanı Erol Yarar, kendisiyle yapılan bir röportajda böyle söylüyordu.

Dikkatle tartışılması ve değerlendirilmesi gereken bir açıklama.

Çok iddialı. Özgüveni yüksek. Bilgiççe. Kontrolsüz çünkü.

— “Bir lokma, bir hırka felsefesine inanmam.”

Olabilir.

En nihayet beyefendinin kişisel kanaati, kişisel inancı. Kim ne diyebilir? Nitekim kendisi de mahalle baskısına karşı olduğunu söylüyor.

Ya açıklamanın ikinci kısmı:

— “Bu bize yutturulmuş bir zokadır.”

Bize?..

Sormazlar mı adama: Peki ama ''siz'' kimsiniz?

Zurnanın zırt dediği yer de işte burası: ''biz''.

''İnanmam'' diyen ''ben''in cılızlığı ile, güya zokayı yutmuş şu ''biz''in heybetini bir mukayese eder misiniz lütfen!

Ben''e işlerlik kazandırmanın yolu, Türkiye''de işin içine biz''i sokmaktır!

Hoşunuza gider veya gitmez ama gerçek şu ki bu ülkede ''biz'' yoksa, ''ben'' de yoktur!

* * *

''Biz'' sayesinde varolabilmeyi başaran ''ben''ler, şayet —şu veya bu nedenle— istiklâllerini ilân edecek mertebeye geldiklerine inanırlarsa, ilk yapacakları iş, ''biz''le aralarına mesafe koymaktır. Tabii olan da budur.

Osmanlı modernleşmesi, gerçekte, böyle bir mesafenin hikâyesidir. Cumhuriyet ideolojisi de bu hikayenin bir bölümü.

İstiklâl, kıllet''ten gelir, azlık''tan yani. İstikâl, “azalmayı istemek” demektir. Bir bütünden kopmak. Bağımsızlık. Yani az da olsa, küçük de olsa, bir parçadan yeni bir bütün(cük) yaratmak demektir.

Müstakil işadamlarının kopmayı istedikleri bütün, acep hangi bütündür?

Bilen konuşsun!

* * *

''Biz'' bilinci taşıyor olmadıkça, güçlü ''ben''lerin varolması imkânsızdır bu yüzden. Önce biz, sonra ben!

Evet, bazen ''biz''e rağmen ''ben''!

Biz''le de çatışan bir ben!

Ama her halukârda ''biz''e, yani geçmiş''e hürmeti elden bırakmayan bir ''ben''.

Mahalle baskısından kaçma çabaları, gerçekte, bir geçmişten kurtulmaya çalışmakla eşanlamlıdır.

Dindar ben artık özgür olmak istiyor, çünkü toplumsal bağlantıları (vicdanı) kendisine ağır geliyor.

Yeni bir hayat, yeni bir yorum demektir. Dindarlar, yeni hayatlarını özgürce yaşamak istiyorlar. Geçmişten bağımsız bir hayat.

* * *

Hem o kadar para kazanacaksın, hem de “bir lokma, bir hırka” deyû kazandıklarını harcayamayacaksın, hiç olur mu?

Kapitalizm öncesi oluşmuş bir biz''le kapitalizm sonrası oluşan bir ben''in çatışması, işte İslâmcılığın bugünkü sefaletinin gerçek sebebi.

Ne istenilen hızda biz ben''e uyuyor, ne de ''ben'' —bunca kazanımdan sonra— ''biz''in sözümona köhne felsefeleriyle zarara uğramak istiyor.

Ne büyük bir ıstırap değil mi?

— “Allah verdiği nimetleri kullarının üzerinde görmek ister. Osmanlı padişahının giyimi Karacaoğlan gibi değil. Ölçü minumum giyinmekse İmamı Azam''ın giyimini nasıl izah edeceğiz? Evi Bağdat''ın en güzel eviydi. Zekatımı veriyorsam İslam''da kimse niye böyle yapıyorsun deme hakkına sahip olmuyor. Malının tümünü infak etmeyi Allah''ın Resulü de izin vermiyor. Zannediyoruz ki adam zenginleştiği halde fakir hayatı yaşayacak. Öyle bir şey yok.”

Bir tarafta Osmanlı padişahı, diğer tarafta Karacaoğlan!

Şimdi ''benchmark''ımız bu mudur yani?

Zavallı nefsin savunma dili kendini nasıl da ele veriyor.

(İstim arkadan gelince, hep böyle olur.)

* * *

— “Zekâtımı veriyorsam İslâm''da kimse niye böyle yapıyorsun deme hakkına sahip olmuyor.”

Sayın Yarar''a hatırlatmak gerekir, dinî yükümlülüklerin sadece ahkâmı olmaz, ayrıca âdabı da olur. (İşadamlarının irfanî felsefelere karınları tok olduğu için, ibadetlerin bir de esrarı vardır bile demiyorum.)

Hâsılı, dindarlığın kıvamı hükümle değil, edebledir. Nefis ahkâm''dan çok âdabla terbiye olur. İlim''den çok irfanla. Haram''dan çok mekruh''la.

Düşünce ve sanatın inceliklerinin kıvamına katılmadığı bir dindarlık, hukuk''un ve siyasetin oyuncağı olur. Dörtköşe olur. Dümdüz olur. Kaskatı olur. Nezaket ve nezahetten mahrum olur.

* * *

Gazeteci “Ölçü ne olmalı?” diye sorunca MÜSİAD eski başkanı da cevap veriyor:

— “Bir insanın kibirli yürümemek kaydıyla zengin olduğu anlaşılmalı sokakta. Fakir anlasın da gelip derdini anlatsın diye.”

İşte cumhuriyet dindarlığı böyle bir şey! Alemi kör, el-âlemi sersem sanan bir cıvıklığın mahsulü. Zavallılığı ise bilmediğinden değil, bilmediğini bilmediğinden.

Yazık, hakikaten çok yazık!

15 yıl önce
Teşhirciliğin dindarcası
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi