|
Üçüncü tabiat

Kültür, insanın mizacını oluşturan ikinci doğadır. Çünkü sonradan kazanılmıştır. Toplumsal görgü kuralları... günlük davranış biçimi... kısacası âdab-ı muâşeret, hepsi de çevrenin kişiye kazandırdığı hususiyetler arasında yer alır.

Giriş cümlesinde ifade ettiğim tesbit, aslında İbn Rüşd''ün Galen şerhinde yer alıyor:

— el-Adetu tabiatun muktesebetun.

* * *

Galen''i bilirsiniz.

Hani şu, Hipokrat''tan sonra gelen tarihin tanıdığı en büyük Tıp otoritesi.

O kadar ki daha XIX. yüzyıla kadar insanlık hastalıklarını Galen tıbbıyla tedavi ediyordu.

Kendisi aslen Ege''den. Bergamalı. Talebelerine "hakîm (feylesof) olunmadıkça hekîm (tabib) olunamayacağını" söyleyen, söylemekle kalmayıp bu konuda bir de risale kaleme alan ünlü Stoacı.

Romalı bilge kral Marcus Aurelius''un danışmanı.

Müslüman sûfiler arasında Galen, kalbi değil aklı temsil eder. Rasyonaliteyi. Aynı zamanda bedeni.

Kalbi temsil eden Platon''dur. Ruhu. Platon kadîm İslâm dünyasında bir derviş, bir velî, bir gönül adamı olarak bilinir ve sevilirdi. Adı bile Eflâtun-ı İlâhî idi. Felsefesine nisbetle ilâhî idi. Kısaca metafizikçi.

* * *

Kazanılan ikinci tabiat için kullanılan kelimeye dikkat etmeli: ''âdet''.

Ben kısaca ''kültür'' demeyi tercih etmiştim. Türkçemizde daha çok örf ve âdet şeklinde kullanılır.

Olagelen yani; alışılagelen. Bu yüzden de hep yapılagelen.

Toplumsal alışkanlıklarımızı ne zaman değiştirmek zorunluluğuyla karşılaşsak, "N''oluyor, eski köye yeni âdet mi geliyor?" der söyleniriz.

Doğamızın, biraz daha ileri gidelim, özümüzün değiştiğini hissederiz, yaşadığımız en basit, en küçük farklılıklarda bile. Çünkü kültürel alışkanlıklarımız hakikaten ikinci tabiatımızı oluştururlar; moda bir tabirle ifade etmek istersek, kendiliğimizi.

Kültür de kendiliğimizin bir parçasıdır. Temizlik anlayışımızdan başkalarıyla iletişim biçimimize değin her şey...

* * *

Kavramsal şemayı yeniden ve bu sefer başka açıdan belirlemek istersek şöyle de diyebiliriz: İnsanın birinci doğası, onun hulk ve ahlâkını, ikinci doğası ise edeb ve âdabını oluşturur.

Ahlâkı bireysel, âdabı ise toplumsal olarak kategorize ediyorum. Sözgelimi bir doktor hastasını, bir avukat müvekkilini, bir yazar okurunu, bir siyasetçi seçmenini aldatırsa, kişisel olarak ahlâksızlık, meslek ilkelerine nisbetle de edebsizlik yapmış olur.

Bir kimsenin ahlâklı ve fakat edebsiz olması mümkün olduğu gibi, edebli ama ahlâksız olması da mümkündür.

* * *

Şimdi şu anlamı bilinmeden ikide bir kullanılan ''etik'' sözcüğünü hatırlamanın tam sırası.

Bu kelimenin Türkçe''deki doğru karşılığı edeb-âdab''dır aslında. Meselâ meslek âdabı, muayyen bir mesleğin mensuplarının bağlı oldukları kurallar manzumesidir.

''Etik'' Yunanca bir kelime. Latincesi ''moral'' (morals).

Bugün Batı dillerinde etik''in âdab (toplumsa/kurumsal), moral''ın ise ahlâk (kişisel/bireysel) anlamında kullanılmasının nedenini açıklamak kolay.

Latince, Hristiyanlığın dili. Yunanca ise Hristiyanlık öncesinin. Greko-Romen pagan dünyasının.

Batı dünyası kişisel ahlâkı dinin belirlemesine izin verse bile, toplumsal, kurumsal ve kamusal olanı laik kurallar belirlediğinden, ister istemez etik ve moral kelimeleri usulca ayrışıyor.

Moral (ahlâka uygun); Etik (âdaba uygun).

Bizde bu ayrışmanın kökenini kavramsal olarak algılayan mütehassıs gözlere rastlayamadım henüz. Rastlayabilseydim eğer, gazetecilik etiği, tıp etiği gibi boş tamlamalarının Türkçesini kullanabilecek bir tek kalemle daha karşılaşmış olurdum.

Heyhât!

* * *

Toplumdan topluma bilinç aktarımları sırasında hoş kazalar olur; bilincin içeriği ile temsilleri arasında...

Sözgelimi şu ahlâk-ahlakî karşılığında kullanılan moral kelimesi!

Türkçe''de kişinin morali de bozulur, ahlâkı da.

Aradaki mesafe ne kadar da açılmış değil mi? Birinin morali bozuk, diğerininse ahlâkı!

* * *

Dindarlıkla laiklik arasındaki temel gerilim de burada: Laik devlet dindarlığa ahlâk alanını bırakıyor. Birinci tabiatı. Sözümona kişisel/bireysel ahlâkı. Moralite.

Toplumsal/kurumsal/kamusal olanı ise kendine alıyor. Güya. Etik olanı. İkinci tabiatı. Ahlâkı iç, âdabı ise dış olarak konumlandırıyor. Böylelikle görünürlülüğü âdaba/kültüre verirken, ahlâkın içte kalması (saklanması) gerektiğine inanıyor.

Bu durumda etika''yı (âdab) belirlemek devletin, yani yasaların; moralite''yi (ahlâk) belirlemekse dinin, yani iç yasaların (vicdanın) işi oluyor. Halk ise içiyle dışı birbiriyle uyumsuz, huzursuz bir toplumsallığın kurbanı hâline geliyor.

Ahlâk müesses dindarlığın elinde, âdab müesses laikliğin. Bu nedenle bir taraf diğerine ahlâksız, diğer tarafsa öbürüne kültürsüz deyip duruyor.

Söyleyin bakalım, haksızlar mı?

* * *

Sen de söyle bakalım ey talib, hangi taraftasın? Din ve ahlâk tarafında mı, kültür ve âdab tarafında mı?

Yani kırk katır mı, kırk satır mı? Birinci tabiat mı, ikinci tabiat mı?

Bana sorarsan, benim tercihim: üçüncüsü!

Not: Yarın akşam, 23.15''te, SKY TÜRK''te "Şimdiki Zaman" programına ikinci kez konuk olarak katılacağım. Adetim vechile (yani: edeben) ben yine ısrarla ''BEN''i anlatacağım: üçüncü tabiatı.

14 yıl önce
Üçüncü tabiat
Usta taktisyenler, kötü stratejistler...
Pençe Kilit harekâtının en önemli hedefi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar