|
Ailesine karantina uygulayan Osmanlı hekimi

Sultan İkinci Mahmud devrinde İstanbul’da “Beşiktaş – Ortaköy İlmiye Cemiyeti” adıyla bilinen bir serbest akademi vardı. Bu akademinin en meşhur idarecileri Londra sefiri ve Mevakib Tefsiri’nin müellifi İsmail Ferruh Efendi, Kethüdazade Mehmed Ârif Efendi, Melek Paşazade Abdülkadir Efendi, Rumelihisarı Bektaşi Şeyhi Mahmud Baba ve Şanizade Ataullah Efendi gibi önemli isimlerdi. Bunlar haftanın belli günlerinde toplanıyorlar; tarihi, edebi, ilmi, fenni konularda ders veriyorlardı. Ders görmek isteyenlerden de herhangi bir ücret talep etmiyorlardı. Ayrıca dışarıdan başka kimse kabul edilmiyordu.

İkinci Mahmud 1826’da yeniçeri teşkilatını kaldırdığı sırada bu cemiyet korkunç bir iftiraya maruz kaldı. Yukarıda isimlerini sıraladığım alimleri kıskanan müfteriler, içlerinde bir de Bektaşi babasının bulunmasını fırsat bilerek derhal harekete geçtiler. Bu cemiyetin mensupları Bektaşi’dir, gizli gizli toplantı yapıp padişahın aleyhinde bulunuyorlar diyerek zihinleri bulandırmaya başladılar. Yeniçerilerle birlikte Bektaşilere de savaş açan padişah, cemiyeti dağıtıp üyelerini Anadolu’nun çeşitli şehirlerine sürgün etti.

Bu cemiyetin iki pırlanta isminden biri Kethüdazade Mehmed Ârif Efendi, diğeri de Şanizade Ataullah Efendi’dir. Kethüdazade’ye “Ayaklı Kütüphaneler” isimli kitabımda geniş yer verdiğim için burada Şanizade Ataullah Efendi’den kısaca bahsetmek istiyorum.

Bu zat, modern Türk tababetinin en gözde isimlerinden biridir. Eski tıpla birlikte modern tıpbın da bütün inceliklerine vakıftı. Doğu ve Batı tababetindeki derin bilgisi kendini Avrupa’da da tanıttı. Tıbbi bilgilerin yanısıra, dini ilimlerle de mücehhezdi. Ayrıca hukuk ve mühendislik alanında da kendini iyi yetiştirmişti. Kaynaklarda başta Fransızca ve İtalyanca olmak üzere altı yabancı dil bildiği ifade edilen Şanizade aynı zamanda iyi resim yapıyor, güzel tanbur çalıyor, güzel yazı yazıyor, saat tamir ediyordu. Ayrıca bir divanı dolduracak kadar şiir de kaleme almıştı. Bu şiirlerinden bazılarına İbnülemin Bey “Son Asır Türk Şairleri”nde yer veriyor.

Lütfi Tarihi’nde “Zamanın İbn-i Sina’sı” diye tavsif edilen Şanizade Ataullah Efendi’nin tıpla ilgili kaleme aldığı “Miyarü’l –Etibba” isimli üç cildlik eseri, ilk matbu tıp kitabı olması bakımından büyük önem arzetmektedir. Aynı zamanda vak’anüvis olan Şanizade, bir de kendi adıyla anılan dört cildlik tarih kitabı yazdı. Bu kıymetli eser, iki büyük cilt halinde “Çamlıca Yayınevi” tarafından neşredildi. Ayrıca, askerliğe, matematiğe dair eserler de kaleme aldığını bu arada söylemiş olalım.

Bizde Şanizade Ataullah Efendi’yle en fazla ilgilenen isimlerden biri meşhur tabip, Prof. Feridun Nafiz Uzluk, diğeri de İbnülemin Mahmud Kemal’dir. İbnülemin Bey’in “Son Asır Türk Şairleri” 1930’da ilk yayımlanmaya başladığı sırada büyük heyecan duyan hekimlerimizden biri de Feridun Nafiz Uzluk, 1 Nisan 1931 tarihli Aksaray Vilayet gazetesinde neşrettiği bir makalede “Son Asır Türk Şairleri’nde beni alakadar eden iki sima var: Şanizade tabip Ataullah, Hekimbaşı Abdülhak Molla, Şanizade’yi okuyucularım tanısalar, benden fazla sevinirler” dedikten sonra şunları söylüyor:

“1237 tarihinde İstanbul’da büyük bir afet, veba salgını vardı. Farelerin, kemirici hayvanların hastalığı olan taunu pireler taşıyordu. Deniz kıyısındaki anbarlarda, fırınlarda baş gösteren salgın, İstanbul’da, bir günde 4 bin kişiyi öldürüyordu. Vebanın mekik şeklinde boyanan mikrobu, henüz keşfedilmemişti. Kaşif Yersen daha doğmamıştı. Bu, Allah’ın gazabı olarak ilan ediliyor, camilerde Ahkaf Suresi okunuyordu. Şanizade, hakimane bir ferasetle hastalığın ip ucunu – filiyasyon – anlamıştı. Ortaköy’deki yalısında bütün ev halkıyla karantina ve tecrid yapıyordu. Evinin kapılarını kapamış, ne içeri kimseyi alıyor, ne kimseyi dışarı bırakıyordu. Tababetteki iktidarıyla İstanbul’un ve İkinci Mahmud’un teveccühünü kazanan Şanizade’nin daha bir çok meziyeti vardı. Mesela küsufu, hüsufu, yani ay ve güneş tutulmasını vaktinden önce biliyordu.”

Şimdi gelelim, bu büyük âlimin feci akıbetine… Merhum, meslektaşları Hekimbaşı Behçet Efendi ile kardeşi Abdülhak Efendi’nin korkunç iftirasına kurban gitti. Şöyle ki: Yukarıda isimlerini verdiğim şahsiyetlerle birlikte Şanizade de sürgüne gönderildi. Yaptığına pişman olan Sultan İkinci Mahmud, affedilmesi için ferman çıkardı. Bu fermanı, sürgün yeri olan Tire’ye götüren görevli kişi, fermandaki “ıtlakına” yani bırakılmasına kelimesini “itlafına” yani öldürülmesine diye okuyunca değerli bilginimiz, elindeki kahve fincanıyla yere yığıldı ve Hakk’ın rahmetine kavuştu. Merhum, kendi alın yazısını biliyormuş gibi şu beyti söylemişti:

Ben bu dehr-i denide şâdman olmam Atâ

Hasımdır erbâb-ı irfana çün bu âsiyâb

#Osmanlı
#Tarih
#Padişah
4 yıl önce
Ailesine karantina uygulayan Osmanlı hekimi
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı