|
Müjdeler olsun Ayasofya fethedildi!..

Müjdeler olsun, Ayasofya fethedildi. Böylece Fetih Hadisi’nin sırrı bir kere daha tezahür etti. Zaten kısa bir süre önce, içinde okunan Fetih Suresi, esaret süresinin bittiğini, ulu mabedin yine cami olacağını müjdeliyordu. 29 Mayıs 1453’de Hazreti Fatih sayesinde Müslüman olan Ayasofya 1934 yılına kadar asli hüviyetini İslam’ın nuruyla muhafaza etti. O tarihten günümüze kadar tam 86 yıl asıl görevini yerine getiremeyişinin, ibadetten mahrum kalışının acısını ve hüznünü yaşadı. Cenab-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun ki, 86 yıllık fetret devri 10 Temmuz 2020’de, minarelerinden ikindi ezanları okunurken sona erdi, Ayasofya Kilisesi, Ayasofya Müzesi’nden sonra bir kere daha Ayasofya Camisi oldu.

Biliyor musunuz, daha düne kadar bu ulu mabede cami demek bile bir bakıma suç sayılıyordu. Ayasofya Camii sözünü kullananlar, ya ikaz ediliyor veya azarlanıyordu. Şahsen ben de bu ikazlardan birine maruz kalmıştım. Yıllar önce bir televizyon kanalında kültür programı yapıyordum. Sıra Ayasofya’ya gelince, orada da çekimlere başladık. Tarihi mabedi anlatırken birkaç defa kullandığım “Ayasofya Camisi” sözü denetime takıldı. O zamanki görevlilerden biri ısrarla “Ayasofya Müzesi” dememi istedi. Ben de, “Öyleyse çekimden vazgeçiyorum” deyince bir orta yol bulundu. Hayır, yanlış anlamayın, ben yine “Ayasofya Camisi” demeye devam ettim. Şükürler olsun, artık ağzımızı doldurarak “Ayasofya Camisi” diyeceğiz.

Seksen altı yıllık fetret döneminde Ayasofya’yı, minarelerini yıkma teşebbüsü de dahil, İslami kimliğinden soyutlamak için bazen sinsi, bazen açıkça ne gibi faaliyetlerin yapıldığını anlatmaya kalkışırsak koca bir kitap yazmak gerekir. Ben sadece iki örnek vermek istiyorum.

Hem Bizans tarihini, hem Osmanlı tarihini en iyi bilen merhum Prof. Semavi Eyice, Ocak 2016 tarihli “Derin Tarih” Dergisi’nde “Ayasofya’nın Üzerindeki Gizli El” başlığıyla yayımladığı yazıda şöyle diyor:

“Ayasofya’ya ait bayrakları, deposunda çürümüş halde buldum. Onlar, belki de şimdi tamamen yok edilmiştir. Orada gizli bir el var. Ayasofya’daki Türk izlerini silmeye çalışıyor.” Gizli elin marifetlerini anlatmayı sürdüren Semavi Hoca, bir hatırasından yola çıkarak, Sultan Abdülmecid’e ait tuğranın başına gelenleri anlatıyor. Bu padişah Ayasofya’yı tamir ettirdiği sırada, İtalyan mimar Fossati’ye Bizans kalıntılarından kendi tuğrasını da yaptırıyor. Ama ne hikmetse, bu tuğra bir türlü yerine asılmıyor. Aradan yıllar geçince Hoca bir gün Topkapı Sarayı’na gidiyor. O sırada Sabahattin Batur isimli arkadaşı, Topkapı Sarayı’nın müdürüdür. Müdür, depodaki eşyaları gösteriyor. Bunlar, tam bir felaket manzarası sergilemektedir. Eski müdürlerden kimse ilgilenmemiş. Yığın yığın malzeme çürümeye terk edilmiş.

Semavi Hoca burada inceleme yaparken bir taş buluyor. Bu kıymetli taş, Abdülmecid Han’ın tuğrasıdır. Hemen Ayasofya’ya gönderin diyor ama bir türlü gönderilmiyor. Daha sonraki müdürlerden biri tuğrayı Ayasofya’ya getirtiyor ve Hoca’nın yönlendirmesiyle mabedin giriş kapısının üstüne asılıyor. Ancak, bir müddet sonra Ayasofya’yı ziyaret edince tuğranın yerinde olmadığını görüyor. Tabii ki fena halde kızıyor. O sırada müdür olan Jale Dedeoğlu, telaşlanıp tuğrayı depoda bulduruyor. Lakin duvara astırmak yerine camekân yaptırıp içine yerleştiriyor. “Fakat, bir süre sonra baktım, tuğra yerinde yok” diyen Semavi Eyice, iyice öfkelenip “Gel de, gizli bir elin buraya müdahale ettiğini düşünme!” diyor. Yazısının sonunda Ayasofya’nın nasıl müzeye çevrildiğine dair ifşaatta bulunan Hoca, aynı gizli elin orada mevcut sancakları ve levhaları da kaldırdığını belirtiyor.

İkinci örnek de Ayasofya Camisi’ne ayrı bir güzellik katan levhalarla ilgili olduğu için onu da anlatayım. Bilindiği üzere, Fatih Sultan Mehmed’in Müslüman Türk milletine hediye ettiği bu muhteşem mabedin camilikten çıkarılması yetmiyormuş gibi, bir de kubbesindeki şaheser tablolar bulundukları yerlerden söküldü. Çok büyük olmaları dolayısıyla kapıdan dışarıya da çıkarılmadığı için mahzene atıldı ve yıllarca burada toz toprak içinde tutuldu. Meşhur hattatlarımızdan Mustafa İzzet Efendi’nin eseri olan bu levhalarda Allah’ın, Peygamber’in, dört büyük Halife’nin ve Hasaneyn’in mübarek isimleri yazılıydı. Bunların hazin hikâyesini meşhur bilginimiz İbnülemin Mahmud Kemal Bey, “Son Hattatlar” isimli kıymetli eserinde şöyle anlatıyor:

“İsm-i Celal’i, ism-i Nebevi’yi, esami-i Çaryar ve Haseneyn’i ihtiva eden bu Elvah-ı Celile bir takım kıymet bilmez eşhas tarafından indirilip bir kenara konulmuş ve bazılarının bazı yerleri zedelenmişti. Bu hal, bizimle beraber erbab-ı imanı dağıdar ettiğinden tekrar asılması için uğraştıksa da muvaffak olamamıştık. Nihayet Ayasofya Müzesi Müdürü Muzaffer Ramazan Bey’i teşvik ve teşci ettiğimde: Para yok, olsa asarım, demişti. Öteden beri zihni bu işle meşgul olan yüksek mühendis Ekrem Hakkı ve tüccardan Nazif Beyler, icab eden parayı hasbetenlillah vererek, Ekrem Bey’in nezareti altında levhalar tamir edildi. Yine o zat-ı ekremin himmetiyle levhalar, bikeremihilkerim 28 Ocak 1949’da Elvah-ı Şerife (mübarek levhalar) yerlerine asıldı. Ekrem, beni alıp götürdü. Levhaları mahall-i kadiminde (eski yerlerinde) görünce ağlamaya başladım. Cenab-ı Ekremü’l – Ekremin’e hamdü sena ve Nazif ile Muzaffer’e teşekkür ve dua ettim.”

Evet, 10 Temmuz 2020 yeni bir başlangıç olacak. Artık Ayasofya Müzesi, Ayasofya Camisi olmanın mutluluğunu yaşayacak. Gizli eller, hoyrat eller bundan gayri – inşallah- ona müdahale edemeyecek. Bu vesileyle son derece doğru bir karar veren hukukçularımızı ve Cumhurbaşkanımız’ı tebrik ediyorum. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açılış konuşması mükemmeldi. Bence bu konuşma bir metin haline getirilip mabedin münasip bir köşesinde muhafaza edilmelidir.

#Ayasofya
#Cami
#Müjde
4 yıl önce
Müjdeler olsun Ayasofya fethedildi!..
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler