|
Ramazan medeniyeti

Yazılarından birinde Ramazan medeniyetinden söz eden merhum Prof. Süheyl Ünver, bu mübarek ayın özelliklerini ve güzelliklerini, nev’i şahsına münhasır bir üslupla anlatıyor. Hocamızın verdiği bilgilerden, naklettiği anekdotlardan anlaşıldığına göre, Türk milleti her anlamıyla bir ibadet ayı olan Ramazan’ı büyük bir coşkuyla karşılıyor. İnsanlar oruçlarını aşkla, şevkle tutuyorlar. Günler öncesinden başladıkları Ramazan hazırlıklarına neredeyse bir kutsiyet, bir ulviyet izafe ediyorlar. On bir ayın sultanı, arkasında hüzün tabloları bırakarak sona ererken de, “Allah’a şükürler olsun, önümüzdeki Ramazan’a on bir ay kaldı” diye ayrı bir sevinç gösterisinde bulunuyorlar. Böylece gelecek yılın Ramazan’ına da bir an önce kavuşmanın hasretini çekiyorlar. Önümüzdeki Ramazan’ı da görmeden ölmeyelim diye içlerindeki o güzel temennileri dile getiriyorlar. Hatta 29 günlük Ramazanlarda “Eyvah, bir günümüzü çaldılar!” diye hoş serzenişlerde bile bulunuyorlar.

“Şehr-i Ramazan”ı işte böyle büyük bir sevinçle karşılayan, oruç ayının maneviyatını ruhlarında hisseden gözü yaşlı, gönlü yaslı insanlar, bir ay boyunca adeta melekleştiklerinden, bayramda bile yiyip içtikleri için, neredeyse kendilerinden utanıyorlar. Bu konuda daha fazla hassasiyet sahibi olanlar ise, acaba bir dahaki Ramazana kavuşabilecek miyiz diye hüzün gözyaşları dökmekten kendilerini alamıyorlar. İşte Süheyl Ünver Hoca, “Ramazan medeniyeti”nden muhteşem tablolar sunarken kendine mahsus bir üslup kullanıyor; gönül iklimini şenlendiren oruç ayının hazırlıklarından, yıldızlara göz kırpan mahyalardan, camilere yeni bir renk ve âhenk katan teravihlerden, bütün bir toplumu sarıp sarmalayan iftar şenliklerinden, uzun uzun bahsediyor. Daha sonra konuyu özetliyor ve “Ramazan Medeniyeti”nin mucidi Türklerdir, diyor.

Eski İstanbul Ramazanlarının canlı tablolarından birini de “diş kirası” adıyla verilen hediyeler teşkil ediyordu. O zamanlar, hali vakti yerinde olan aileler, iftara davet ettikleri misafirlerine türlü türlü hediyeler takdim etmek suretiyle zarafet ve sehavet örnekleri sergiliyorlar, gönül kazanmanın en büyük kazanç olduğunu bu vesileyle bir kere daha fark ediyorlardı. Belirtmeye bile gerek yok ki, “diş kirası” adı altında verilen hediyelerin esasını para ve kıymetli eşya teşkil ediyordu. Özellikle rical ve vükela konakları Ramazan boyunca dolup boşalıyordu. İftara gelenlerin sayısı günden güne artıyordu. Anlı, şanlı ve omuzları nişanlı bazı Osmanlı paşaları “Artık tahammül edilmiyor. Konakta her akşam kırk sofra birden kuruluyor” diye sözde şikayette bulunuyorlardı.

Hâlbuki böyle ihtişamlı iftar sofraları, kalabalık misafir grubu aslında onları son derece memnun ve mahzuz ediyordu. Böyle manzaralar –doğrusunu söylemek gerekirse– paşaların kendi aralarında gizli gizli övünmelerine vesile teşkil ediyordu. Konak sahipleri misafirlerin çokluğunu, şatafatlı iftarları, daha sonra verilen diş kiralarının cinsini ve sayısını, aslında bir itibar tazelenmesi olarak kabul ediyorlardı. Tabii ki bu sırada oburlara da iyi bir fırsat doğuyordu. Onlar da bu görkemli iftarları kendi yöntemleri ile değerlendirmeyi biliyorlardı. Tanıdıkları tanımadıkları konakların kapılarını aşındırıyorlar, bir ay boyunca en nefis yemekleri yiyerek, türlü türlü şerbetlerden içerek midelerine bir güzel ziyafet çekiyorlardı.

Bir kere daha belirteyim ki, diş kirası bir Ramazan geleneği, bir Osmanlı zarafeti olarak kendini gösteriyor. İftar veren kimse, diyelim ki ev yahut konak sahibi, bu uygulamasıyla “iftarımıza gelerek bizi şereflendirdiniz. Evimize, dairemize bereket getirdiniz. Yediklerinizle dişlerinizi ev sahibinin, konak sahibinin zevkine uygun olarak bir nev’i kiraya verdiniz. Lütfen siz de şu hediyeyi kabul buyurunuz!” demek istiyor.

Bu vesileyle belirtmek isterim ki diş kirası denilen bu gelenek sadece Ramazan ayına münhasır kalmıyor, mübarek ayın dışında da uygulamaya konuluyordu. İstanbul’a âdâbına ve kültürüne yakından aşina olan Uğur Derman Bey’in verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre, Fatih Sultan Mehmed’in ünlü sadrazamlarından biri olan ve İstanbul’da bir semte adını veren Mahmud Paşa, misafirlerine daima içinde nohut şeklinde altınlar da bulunan nohutlu pilav ikram ediyor. Sofraya otururken de, “Servete nail olan bir kimsenin ağzında, ibzal için (esirgemeden sarf etmek için) altın bulunmalıdır!” diyor. Pilav yerken kaşığına altın nohut isabet eden davetli de böylece diş kirasını almış oluyor.

Bazı paşaların ve bir takım yüksek rütbeli devlet adamlarının verdikleri diş kiraları ise, rütbeleri gibi yüksek oluyor. Mesela bunlardan biri olan Rıfat Paşa, ay sonunda kâhyasının getirdiği hesabı şöyle bir gözden geçiriyor, harcanan miktarın beş bin altını bulduğunu görünce “Çok şükür bu Ramazan’ı ucuz atlattık!” deyip etrafındakilerin hayretini arttırıyor.

Dr. İlhami Masar, “Bir Ömür Boyunca” isimli kitabında diş kirasından söz edip şunları söylüyor:

“Abdülhamid devrinde padişahın Ramazan ayında İstanbul’daki erkâna iftar ziyafetleri verdiğini de hatırlıyorum. Protokole dahil yüzlerce kişi için otuz kadar davet yapılırdı. Bu davetlerde de padişah misafirlere diş kirası dağıtırmış. Herkese içinde, adamına göre, yirmi beşten yetmiş beş altına kadar para bulunurmuş. Vezirler, müşirler yetmiş beş altın alırlarmış. Babama da elli altın verilirmiş.”

Ünlü yazarlarımızdan Ahmet Rasim de diş kirasıyla ilgili olarak şunları söylüyor:

“Eski zaman Ramazanlarında, iftara gidilen yerlerde misafirlere hediye olarak verilen para için ‘diş kirası’ deyimi kullanılırdı. 1908 Temmuz’una kadar vükela ve ricalin konaklarında iftar yapılması, her akşam gelecek misafirlere yemek ikram edilmekle beraber, fukara takımına diş lirası adıyla para verilmesi ve bütün memurların, büyükten küçüğe doğru amirlerinin iftarına gitmesi zaruri idi. Adeta yarı resmi bir anlam kazanmış olan bu ziyaretlerin yapılmaması, teveccühten düşmeye kadar götürürdü. Açgözlü insanlar da bundan faydalanarak tanıdığı veya tanımadığı konağın kapısını çalıp, selam vererek sofraya çökerdi. Meşrutiyet’ten sonra davetsiz iftarlara gitmek, gidilen yerlerde diş kirası almak âdeti kendiliğinden kalktı!”

Bütün okuyucularımın mübarek Ramazan-ı Şerif’ini tebrik ediyorum.

#Ramazan
#Süheyl Ünver
#Medeniyet
5 yıl önce
Ramazan medeniyeti
Sorun FP"den daha derinde...
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?