|
Sanki Yedim Câmii

Eskiden camiler, aynı zamanda bir dershaneydi. Dolayısıyla aynı camide birkaç kürsü birden bulunuyor, her birinde ayrı ayrı dersler ve sohbetler yapılıyordu. Osmanlılar zamanında “dersiâm” veya “kürsü vâizleri” adlarıyla bilinen hoca efendiler işte bu kürsüleri kullanıyorlardı. Bir hoca efendi hadis dersi yaparken diğeri Mesnevi sohbetlerine devam ediyordu. Camilerde Mesnevi okutma geleneği, Cumhuriyet döneminde de bir süre devam etti. “Şarihü’l – Mesnevi, Tahirü’l – Mevlevi” vefat edene kadar, Süleymaniye ve Laleli camilerinde bu görevini sürdürdü. Trabzonlu büyük âlim Hoca Hüsnü Efendi de, Beyazıt Camii’nde, hadis derslerine devam etti. Mesela İbnülemin, yıllarca bu derslere katıldı.

Böyle güzel bir gelenek günümüzde devam etmediği için mabedlerimiz – bir bakıma – yetim ve öksüz kaldı. İbadethanelerimizi melul mahzun bırakmamak için onlara Osmanlı dönemindeki ihtişamı yeniden kazandırmak gerekiyor. Esefle belirteyim ki, camiler konusundaki cehaletimiz şaşırtıcı dereceleri buluyor. Bu bilgisizlik ve ilgisizlik daha isimlerde kendini göstermeye başlıyor. Mimar Sinan’ın Üsküdar’a hediye ettiği tarihi mabedin adı “Mihrimah Sultan Camii” olduğu halde halk ne hikmetse “İskele Camii” demekte ısrar ediyor.

Bir gün Üsküdar’da bindiğim taksinin şoförüne gideceğim yeri tarif ederken, Ümraniye’ye yaklaşınca sağda küçük bir cami var, oradan sağa dönüp Bulgurlu’ya gideceğiz, dedim. Şoför, ha, şu tahtalı cami mi, diye sordu. Onun adı tahtalı cami değil, “Namazgâh Camii” cevabını verdim.

Yine bir gün Sultanahmed’deki Firuz Ağa Camii’nde namaz kılıyordum. Yanımdaki zatın selam verdikten sonra telefonu çaldı. O kişi sanki camide değilmiş gibi yüksek sesle cevap vermeye başladı. Sözlerinden kendisini arayan kimseye, o anda bulunduğu camiyi tarif etmek istediği anlaşılıyordu. Ne yazık ki, caminin adını bir türlü söyleyemiyordu. Sonunda Sultanahmed Köftecisi’nin karşısındaki cami, demek zorunda kaldı.

Hazır yeri gelmişken, kısaca bilgi vermek istiyorum. Bu son derece zarif cami, Sultan II. Bayezid döneminde yapıldı. Adı geçen hükümdarın hazinedarbaşı, Firuz Ağa’nın eseridir. Firuz Ağa, caminin yanı başında mahşer gününü bekliyor. Burada Sultan Ahmed’in maskaralarından birinin de mezarı bulunuyordu. Halk arasında bunun İncili Çavuş olduğu zannediliyordu. Halbuki İncili Çavuş’un mezarı Edirnekapı dışında, Eyüp Sultan’a giden yolun üzerindedir. Caminin giriş kapısındaki nefis kitabenin sahibi, padişahın hat hocası Şeyh Hamdullah’dır. Gözlerinizi zinetlendirmek için bu yazı güzeline nazar etmeniz gerekiyor.

İstanbul’da iki isimli camiler de var. Üsküdar’daki Şemsi Paşa Camii’nin bir adı da “Kuşkonmaz Camii”dir. Evliya Çelebi’nin “Şemsî Camii, leb-i deryada küçük bir camidir. O kadar şirin bina olunmuştur ki, uzaktan gören bir kasr-ı müzeyyen zanneder” diye tarif ettiği bu şirin cami, gerçekten de süslü bir köşke benziyor. Ne yazık ki, bu Mimar Sinan eseri, tek parti devrinde ahır haline getirildi. Hatta Vakıflar tarafından satılacağı bile söylendi.

Şemsi Paşa Camii’nin asli hüviyetini kazanmasında İbrahim Hakkı Konyalı’nın büyük payı vardır. Merhum tarihçimiz, 7 Nisan 1938 tarihli Tan gazetesinde “Koca Sinan’ın Ahır Yapılan Son Eseri” başlığıyla yayımladığı yazıda hem kamuoyunun, hem de yetkililerin dikkatini bu konuya çekti. Gerekli işlemler yapılıp restorasyona başlandı. 1942’nin Haziranında külliyenin onarımı tamamlandı.

Bu zarif mabedin bir adı da- yukarıda da belirttiğimiz gibi – “Kuşkonmaz Camii”dir. Acaba hakikaten kuş konmuyor mu? Yıllardır gemilerle yanı başından geçtiğim, defalarca bizzat ziyaret ettiğim halde kubbesine, minaresine, hatta avlusuna kuş konduğunu görmedim. Kuş olsaydım herhalde ben de konmazdım. Çünkü Marmara ile Boğaz’ın kesiştiği bu noktada esen sert rüzgârlar, derin dalgalar camiyi ve çevresini çok etkiliyor. Rıhtımdan yükselen tuzlu deniz suyu her yükselişte bu olumsuz etkiyi daha da kuvvetlendiriyor. İşte bundan dolayı “Kuşkonmaz Camii”ne hakikaten kuşlar konmuyor. Sinan da bunu bildiği için “Kuşkonmaz Camii”ne kuş evi yapmadı.

Konuyla ilgili bir anekdot ise şöyle:

Şakayı seven Şemsi Paşa camisini yaptırdıktan sonra Sokollu Mehmet Paşa’ya takılıyor. Bak, Sinan’a cami yaptırdın ama tepesine kuşlar pisliyor. Bilahare Şemsi Paşa da cami yaptırmaya karar verince, Sokollu’ya söylediklerini hatırlayıp kara kara düşünmeye başlıyor. Gidip derdini Sinan’a anlatıyor. O da, gök yüzünü gören her şey kuşların hedefidir. Ama merak etme, ben sana kuş konmayan bir cami yapacağım, diye söz veriyor. Şemsi Paşa Camii’ni, Üsküdar sahilinde dalgaların en sert vurduğu noktada bir dalgakıranla birlikte inşa ediyor. Caminin kubbesindeki kanallar, üste doğru rüzgâr üflerken, ses çıkararak, kuşları camiden uzak tutuyor.

Efendim, adı ilgi çeken mabedlerden biri de “Sanki Yedim Camii”dir. Fatih, Sinan Ağa Mahallesi, Kırbacı Sokağı’nda bulunan bu camiyi yaptıran zat, canı yiyecek bir şey istediği zaman, bedelini bir yana ayırır, “sanki yedim” dermiş. Böylece biriktirdiği paralarla adı geçen camiyi yaptırmış. Bediüzzaman, bakınız bu konuda ne diyor: “Lezaiz çağırdıkça ‘sanki yedim’ demeli. Sanki yedimi düstur eden bir mescidi yemedi.”

Her yıl Ekim ayının başında kutlanan “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”nda, bu minval üzere de konuşmalar ve programlar yapılırsa, öyle zannediyorum ki, camilere olan ilgi daha da artar.

#Sanki Yedim Cami
#Fatih
#Medrese
4 yıl önce
Sanki Yedim Câmii
Gönüller hoş ola!
Kara dinlilerle milletin savaşı
‘1 gün savaşı’…
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek