|
Beyazı bulana kadar...

Elinde tutmaya çalıştığı kayıt barkodları ve tahlil tüpleri ile birlikte, hızlı adımlarla koridorda ilerliyordu. El etek çekilmiş, hastanenin gürültülü kalabalığından eser kalmamıştı. Refakatçiler oda kapılarında birbirleriyle muhabbet ediyor, konu nereli olduklarından açılıp, ülke meseleleriyle alevlenip, “amaan insan olsun da, nereli olursa olsun” cümlesiyle son buluyordu. Bazı hastalar kendi başına, bazısı ise koluna birinin girmesiyle rahatlamak adına yavaş adımlarla koridorlarda tur atıyordu. Bankonun arkasındaki hemşire, kendisine soru soranların yüzüne yarım yamalak bakıyor, bir sonraki sorunun önünü kesmek adına “tamam geleceğim” diyerek, sertçe bilgisayar tuşlarına basıyordu.

Halit, odaya girerek elindeki kimliği, barkodları ve boş tahlil tüplerini Harun’un yatağının başucundaki çekmeceye bıraktı. Odanın ışığı kapalı olmasına rağmen, koridordan yansıyan ışık içeriyi oldukça aydınlatıyordu.

Çekmecenin sesine döndü Harun;

*Ne oldu Halit abi

*Sabah 7 gibi çıkacakmış sonuçlar, bir de bu tüpleri verdiler, 8 buçuk gibi hemşire gelip yeni kan alacakmış.

Yatağın ayak ucunda bulunan sandalyeyi, iki yatağın arasına çekerek oturdu Halit. Öyle yorgundu ki, o sert sandalye bile kuş tüyü yatak gibi hissettiriyordu kendisini. Kısa bir sessizliğin ardından, odadaki diğer yatakta arkası dönük vaziyette yatan Bahattin Abi’nin sesi duyuldu;

*Yarın akşam benim kız gelecek Harun, onun bilgisayarından izleriz maçı.

*Ciddi misin abi, sabahtan beri maçı düşünüyorum. Şu hastalığım geçsin, çok fena acısını çıkartacağım. Gidilecek çok deplasman var abi.

*Bizden geçti Harunum. Ohooo ne günlerdi... Bolu, Trabzon, Sakarya deplasmanları. Az kafamız yarılmadı. Az perişan olmadık yollarda.

“Beşiktaş var olsun abi” dedi Harun, “Beşiktaş var olsun kardeşim” dedi Bahattin...

Halit, yarı uyku yarı uyanıklık arasında şahit olduğu muhabbete pek anlam veremiyor, “Şu vaziyette bile düşündükleri şeylere bak” diye içinden geçirip, kafasını hafiften sağa sola sallıyordu.

26 yaşındaydı Harun. 8 yaşında annesi evi terk etmiş, o günden sonra da ne Harun annesini, ne annesi Harun’u görmemişti. Bir kaç sene önce ise annesinin yaşadığı kenti, evli olduğu adamı vs. öğrenmişti, kalbi bir kaç kere niyetlendi gitmeye ama ayakları geri çekti kalbini. Babasıyla büyüdü Harun. Eşinden yediği darbeyi atlatmaya çalışan Mehmet Bey, çöküşünü oğluna hissettirmemeyi 10 sene başarabildi. 2013’ün 4 mart’ında durdu kalbi ve veda ettiği biricik Harununa. Oysa bir gece önce Olcay, Fener’e son dakika golünü atınca nasılda sarılmışlardı İnönü’de. Eşinin kendisine ihanet edip ardından evi terk etmesi belki canına kıymak için bir nedendi ama Mehmet Bey küçük oğlu Harun için tutunmuştu hayata. 4 Mart 2013 günü dünyaya, Harununa ve Beşiktaş’a veda ederek bu dünyadan ayrıldı Mehmet Bey. Evvela annesini, şimdi de babasını kaybeden Harun için tutunacak iki dal kalmıştı bu dünyada; Bir Halit abisi, bir de Beşiktaş...

Harun, yalnız kalınca kuzeni Halit’in yanına taşınmıştı. Bilgisayar mühendisi olan Halit yalnız yaşıyordu Abbasağa’da. Futbolla filan ilgisi yoktu, anlamazdı da... Harun, babasından miras kalan Beşiktaş’ı Halit abisinin evine fazlasıyla taşımıştı. Bazen saatlerce Halit’e maç kritiği yapıyor, Halit de onu boş bakışlarla zoraki de olsa dinliyordu. Çoğu gece babasını, babasına sarıldığını, yolda elini omzuna atıp yürüyüşünü düşünüp gözyaşlarına boğuluyor, hıçkırık seslerinin yan odaya gitmemesi için yorganı kafasına çekiyordu. Annesine olan duyguları ise özlem ile kızgınlık arasında bir yerdeydi. Onun için akıtacağı gözyaşı kalmamıştı, çünkü yıllarca, her gece annesini düşünerek ağlamıştı. Ona dair gözyaşları tükenmişti artık... Şimdi geceleri babasının hayaliyle ve Beşiktaş’a dair düşüncelerle geçiyordu. Babası hayattayken, birlikte yaşadıkları son şampiyonlukta 14 yaşındaydı Harun. Babasıyla sabaha kadar Beşiktaş sokaklarında, kalabalıkların arasında tezahürat yapmışlardı. Hatta çok istediği için babası meşale yakıp, Harun’un tutmasına izin vermişti.

Sonraki yıllarda da şampiyon oldu Beşiktaş. Harun babasız yaşadı sevinçlerini. Ancak bu sezon başkaydı. Ne çok severdi babası Sergen Yalçın'ı. Harun da çok küçükken babasının omzunda izlemişti İnönü'de Sergen'i. Büyüdükçe de babasından dinliyordu. Mehmet bey, öyle bir anlatıyordu ki Sergen Yalçın'ı, sanki evin büyük oğlu idi Sergen. Beşiktaş bu yıl başkaydı. Harun, babasının çok sevdiği Sergen Yalçın'ın şampiyonluğa gidişini adeta babasıyla birlikte yaşıyordu. “Bu sene Sergen Hocamla şampiyon olacağız, keşke babam da şahit olsaydı” diye iç geçirip duruyordu Harun.

Mevsim bahardı. O sabah yataktan çıkacak dermanı kendisinde bulamamış, canı okula gitmek istememişti. Yorgunluk gibi görünen durum, bir kaç gün sonra yerini yüksek ateş ve mide bulantılarına bırakıp, Çarşamba gecesi Halit’in kendisini Çapa Hastanesi acil servise yetiştirmesi ile devam etti. 4 gün olmuştu hastaneye geleli, ilk tahlillerin ardından Harun’u yatırıp fazlaca tetkik yapmaya başlamışlardı. Ne olup bittiğini de net olarak söylemiyorlardı. Halit, hastanede kendisine ne söylenirse yapıp, doktorların, “bir kaç gün daha görelim, konuşuruz” cevabıyla içten içe huzursuz oluyordu. Harun’a ise, bir şey yok oğlum üşütmüşsün Beşiktaş’ın peşinde... Beşiktaş seni hasta etmiş deyip gülüp geçiştiriyordu.

Halit sandalyede uyudu, Bahattin yine arkası dönük vaziyette camdan dışarıya bakıyordu. Harun ise bu akşam Bahattin’in kızı Pelin’in getireceği laptop’ta izleyebileceği Beşiktaş-Kayserispor maçının heyecanını yaşıyor, kafasında kadro kurup maçı oynuyordu.

Sabah 8’e doğru hemşire odaya girdi. Oluşan hareketlilikten herkes hafif sendeleyerek uyandı. Yarı açık gözleriyle kendisinden kan almaya çalışan hemşireye baktı Harun. Günaydın dedi. Cevap vermeden sadece gülümsedi hemşire ve Halit’e dönerek, “Dünkü sonuçlarınız çıkmıştır, onları alırsanız, bunlarla beraber doktor beye göstereceğiz” dedi. Halit tamam dercesine kafasını salladı. O da günlerdir yorgunluktan harap olmuş ama onu asıl huzursuz eden bu harap olmak değil, doktorların ısrarla Harun’a dair bir şey söylememeleriydi.

Gün akşama döndü, Halit doktorla konuşmuş, hastane bahçesinde oturmuş, olup biteni Harun’a nasıl anlatacağını ve bu süreci nasıl götüreceklerini düşünüyordu. Kötü teşhis konulmuştu Harun’a. Olup bitenden bihaber Harun, hastane odasında Pelin’in bilgisayarında Atiba'nın golüyle coşuyor, Bahattin abisine sarılıyordu.

-Ah be abi, bu sene şampiyon olacağız Sergen Hocamla. Keşke babam da görseydi, keşke... Şampiyon olduğumuz gün babamın mezarına gideceğim abi. Senden sonra tek umudum Beşiktaş’tı baba. Bak o da bu umudu boşa çıkarmadı, bana sahip çıktı diyeceğim. Sergen Hocam'ın resmini yapıştıracağım mezar taşına. Altına yazı yazacağım; Bak diyeceğim baba, bak bu senin Sergen'in şampiyon yaptı Beşiktaş’ı. Kabrin nurla dolsun. Beşiktaş var olsun.

- Beraber gideriz, dedi Bahattin... şuradan çıkalım da hele, yapacak çok şeyimiz olacak evlat.

O hafta Bahattin taburcu oldu. Harun ise amansız ve zamansız hastalığın müsaade ettiği ölçüde Halit abisiyle Beşiktaş’ın şampiyon olacağı günü ve çıkacağı turu konuşuyordu. Ali Sami Yen'e kalmaz o iş, daha önce şampiyon olacağız diyordu.

Bir hafta sonra Bahattin geldi ziyaretine.

-Hadi evlat, şampiyonluğa kadar toparlan artık, o gece sabaha kadar Beşiktaş’tayız. Meşale yakacağız beraber dedi.

2009’da babasıyla yaktığı meşaleyi hatırladı Harun, gözleri doldu, ah babam, göremeyecek dedi, hıçkırarak ağlamaya başladı. Belki de günlerdir içinde tuttuğu sel taşkına dönüşmüştü. Yıllarca çekilen anne baba özleminin yanına eklenen amansız hastalığın stresi ile hıçkırıkları odadan taşıyor, yan odadaki refakatçiler kapının önünde toplanıyordu. Sımsıkı sarıldı Bahattin, Harun’a, “Geçecek, hepsi geçecek evlat” dedi...

Bahattin bir kaç günlüğüne, Kıbrıs’ta okuyan kızı Pelin’in yanına gitmişti. En son 9 Mayıs gecesi Galatasaray galibiyeti sonrası Harun’u telefonla aramış, Harun’un kısık gelen sesinden işkillenmiş, ama bozuntuya vermeden “Sergen Yalçın posterini hazırla evlat, babanın mezar taşına yapıştıracağız. Altına “Bak baba, bak senin Sergen'in şampiyon yaptı Beşiktaş’ı. Kabrin nurla dolsun. Beşiktaş var olsun” yazacağız.

17 Mayıs Pazartesi günü Kıbrıs’tan döndü Bahattin. Eşini eve gönderdi, kendisi Beşiktaş’a geldi. Kırtasiyeye girip Sergen Yalçın fotoğrafının bulunduğu bir çıktı istedi... Geç kaldığını düşünüyor, bu da kendisini epey huzursuz ediyordu. Hızlı adımlarla yürüdü Ortaköy’e doğru. Solukları yetmiyor, adımları yetersiz kalıyordu. Derken buluşma noktasında Halit’i gördü, bu sefer adımları ağırlaştı. Yaklaştı, yaklaştı... Halit’in ayakta durduğu mezarın başında diz çöktü Bahattin. Elindeki posteri mezar taşına yapıştırdı ve gözyaşları içinde yazdı altına; “Bak Harunum, bak, babanın Sergen'i şampiyon yaptı Beşiktaş’ı. Kabrin nurla dolsun. Beşiktaş var olsun”.

* Hikayeyi, Beşiktaş 2015-2016 şampiyonluğuna giderken yazmıştım. Sonu güzel bitmişti. Şimdi ise Sergen Yalçın uyarlaması ile Harun'a ithafen...

#Beşiktaş
#Ergin Aslan
3 yıl önce
Beyazı bulana kadar...
Nerede duruyorsun, "Duran adam"
Zenginlere bir çağrı
İsrail saflarında hangi ülkelerin askerleri var?
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…