|
İslamcılar ve demokrasi

İslamcı aydınların medya, parti ve iktidar denkleminde edindikleri yeni konumlarıyla (demokrasiyle de diyebiliriz) beraber demokrasi konusunda çok fazla hassasiyet gösterme peşinde koştuklarını söylemek zor. Teorik planda hala büyük ölçüde demokrasi ile İslam arasında kurulacak ilişkiye mesafeyle bakıyorlar. Hatta Türkiye İslamcı entelektüellerinin demokrasi teorisine karşı derin bir şüphe içinde olduklarını görüyoruz.

Yüzyıllık parantezi kapatmamıza gerek yok. Zaten yaşanmış tarihi kapatmanın imkanı da yok. Mümkün olsaydı bunu Kemalistler başarırdı. Yüzyıllık Türkiye tarihinde travmalar, darbeler ve isyanlar var elbette. Ancak sadece bunlar yok. Türk filmleri var, arabesk kültür var, göç hikayeleri var, okullaşma ve yükseköğretim var. Bunların ötesinde demokrasi var. 1908 ile başlayan meşruti monarşi ile tanıştığımız monarşi demokrasi… 1922 yılına kadar bu demokrasi ile kurulan meclis iradesiyle en olağanüstü durumu temsil eden savaşı/milli mücadeleyi yürüttük. 1922 ve 1950’li yıllar demokrasiye kapalı bir dönem. Bu dönemde demokrasi olmadığı gibi İslamcılar da yok. Demokrasi tasfiyesi yapıldığı gibi İslamcıların da tasfiye edildiği yıllar.

1950’den bugüne kadar çeşitli darbe dönemlerini hariç tutarsak demokrasi ile var olan bir siyasal varlığız. Avrupa ile mukayese edildiğinde ağır aksak, gelişmeyen ve hep kontrol altında tutulan bir demokrasi. Ortadoğu ile mukayese edildiğinde tek örnek. Bundan dolayı çok önemli bir tecrübe. İslamcılar açısından daha da önemli. Çünkü İslamcılar demokrasi ile beraber varlar. Onunla beraber temsil ediliyorlar, konuşuyorlar, yazıyorlar ve örgütleniyorlar. Daha geniş manada Türkiye siyasal pratiğinde din, demokrasi ile beraber varlık kazanıyor. Bundan dolayı yıllar önce Nilüfer Göle’nin yaptığı bir tespiti burada anmak gerekir: Kemalistler demokrasiye karşılar, çünkü demokrasi ile beraber dinin yeniden hakim olacağını düşünüyorlar. Gerçekten de Türk sekülarizmi bun demokrasiye bütün sınırlamaları bu bakış açısıyla yapar. Ulusalcılar ve Kemalistler sık sık “seküler demokrasi” kavramının altını çizmeleri boşuna değil. Bununla da liberal demokrasi tecrübesiyle yükselen dini varlığı kontrol etmek ve hatta yönetmek isterler.

Demokrasinin imkanları
Türkiye siyasal pratiğinde demokrasi her zaman İslamcıların önünü açtı. Demokrat Parti, ANAP ve Ak Parti iktidarları döneminde İslamcılar her zaman aktif hale geldiler. Demokrasinin sağladığı özgürlük aracılığıyla yayın çalışmalarını, siyasal parti faaliyetlerini ve sivil toplum kuruluş hareketlerini etkili bir düzeye çıkardılar. Bir açıdan demokrasi, bu ülkede her zaman hem genel manada dindarların hem de özel manada İslamcıların önünü açtı. Onları siyasal gündeme taşıdı, kültürel ve entelektüel bir dinamizme kavuşturdu. Bu gelişmeler din ve demokrasi ilişkilerinin pratik anlam dünyasını örneklemektedir.

İslamcıların demokrasi ile kurdukları bu pratik ilişkiye rağmen hale demokrasi teorisi üzerinde ciddi sorunları bulunmaktadır. Demokrasiyi küfür, İslam’a karşıt, İslam dışı ve Batı ideolojisi görme anlayışı maalesef oldukça yaygın. Oysa onları toplumda, siyasette ve ekonomide etkili hale getiren ana dinamizm demokrasidir. Demokrasinin pratik imkanlarından ve hatta nimetlerinden bu kadar çok faydalanırken neden teorik bağlamda bu “kan uyuşmazlığı” devam ediyor? Önümüzde duran önemli bir sorudur bu.

İslamcıları demokrasi ile yeniden uzlaştıran ve bir yol bulmalarını teşvik eden tarihsel dönem, 28 Şubat olduğunu hatırlamamız gerekir. Çünkü 28 Şubat Darbesi doğrudan İslamcılara karşı yapılmıştı. Onların kendilerini temsil ettiği başörtü, İmam Hatip Liseleri, Radikal İslamcılık, Milli Görüş gibi alanları tasfiyeye uğrattı. Bundan dolayı “demokrasiden mahrumiyeti” iliklerine kadar yaşadılar.
Hukuk devleti, insan hakları, çoğulcu kimlik
Meşruiyet sorunu, dışlanma, ötekileştirme ve tasfiye patrikleri demokrasisizlik bağlamında ilk defa en köklü biçimde İslamcılara yönelmişti. Elbette her demokrasi yokluğunda İslamcılara büyük bir pay düşmüştü. Necip Fazıl’dan Bediüzzaman’a kadar birçok aktörün biyografisinde bunu görüyoruz. Ancak ilk defa geniş çaplı ve çok yönlü demokrasi mağduriyetini yaşayan ana kesim İslamcılar oldu. Bu da İslamcıların demokrasi ile yeniden barışmalarına ya da onunla endişelerini savunan ve temsile edilen bir dile yönelmelerine yol açtı. Belki de 28 Şubat tarihi, İslamcıların en fazla demokrasi savundukları dönem oldu. Bunu temsil taleplerini yoğun bir biçimde gündeme getirdiler. Bu da onları iktidara taşıdı.

Demokrasi aracılığıyla İslamcılar Türkiye tarihinde ilk defa ana aktörler olarak iktidara geldiler. En muhalif dalgadan demokrasi aracılığıyla devletin tepesine çıktılar. Demokrasi ve İslamcılık ilişkileri bağlamında Ak Parti iktidarını böyle okuyabiliriz. Bu gelişme hem Türkiye hem de Ortadoğu için yeni bir durumdu. Tarihsel bir anlamı vardı. Özgürlükçü siyasal düşünceyle bütünleşen İslamlaşma hareketi, aktörleriyle de devleti yönetmeye başladılar. Türkiye demokrasisi onlara emanet edildi. Demokratik açılım, kısmı anayasal değişim, AB ile entegrasyon bağlamında gerçekleşen demokratik reformlar gibi köklü dönüşümlere yol açtı. Uluslaraarası bağlamda kimi stratejistler ve bilim adamları bu dönüşüme yeni Türkiye adını verdi. İslamcılık yoğun bir biçimde teorik bağlamda da hukuk devleti, insan hakları, çoğulcu kimlik vs. ile ilişkili bir biçimde yorumlanmaya başlandı.

Ortadoğu bağlamında Türkiye İslamcılığının serüveni ilham kaynağı oldu. Demokrasi ve İslam kardeşliğine dayalı kalkınma ve siyaset önemli yeniliklere ve umutlara yol açıyordu. Ortadoğu’nun katı, otoriter ve diktatör rejimleri bile bundan ilham almaya yöneldiler. Türkiye Suriye ilişkilerinde sınırların kaldırılmasının gündeme gelmesinin manası buydu. Türk demokrasisi, İslamcılar aracılığıyla Ortadoğu’ya model oluyordu.

Demokrasi ve İslamcılık ilişkisi

İslamcılık ve demokrasi ilişkisinin Ak Parti iktidarı pratiğinde Arap Baharı ve 2011 genel Seçimlerden sonra farklı bir sürece evrildi. Gezi Olayları, Gülen Hareketi ile yaşanan ilişkiler, Ergenekon Davalarının değişen seyri, 17 Aralık operasyonları gibi gelişmeler yeniden demokrasi İslamcılar ilişkisini tartışmaya açtı. İslamcılık ve demokrasi ilaişkisinden gelen reformlar büyük ölçüde Çözüm Sürecine yoğunlaştırıldı. İslamcı kadroların iktidarı, AB ile entegrasyonu hararetle ele almıyorlar artık. Mecliste kurulan Darbelerle Yüzleşme Komisyonu devam etmiyor. Ergenekon Davası’nın kumpas olduğunu ifade ediyorlar. Demokrasi ve İslamcılık ilişkisi iktidar bağlamında bugün yeni bir aşamaya geçmek üzere. Bu ilişki son dönemde yoğun bir biçimde otoriterlikle suçlanıyor. Muhalefetteyken demokrasiyi savunan İslamcılar, iktidardayken bunu ne kadar temsil ediyorlar sorusu gündeme geliyor.

İslamcı aydınlar medya, parti ve iktidar denkleminde edindikleri yeni konumlarıyla (demokrasiyle de diyebiliriz) beraber demokrasi konusunda çok fazla hassasiyet gösterme peşinde koştuklarını söylemek zor. Teorik planda hala büyük ölçüde demokrasi ile İslam arasında kurulacak ilişkiye mesafeyle bakıyorlar. Hatta Türkiye İslamcı entelektüellerinin demokrasi teorisine karşı derin bir şüphe içinde olduklarını görüyoruz. Demokrasi patriğiyle önemli açılımlar, statüler, güçler ve temsiller elde etmelerine rağmen bu tutumlar neden devam ediyor? İktidara gelince demokrasiye ihtiyaç duyulmuyor mu? Demokrasi çoğunlukla muhalefet aracı olarak mı savunulur bu topraklarda? Demokrasi ve İslamcılık ilişkisi, İslam dünyasında yaşanan birçok çatışmanın, kaosun ve katliamların varlığı açısından önemlidir. İsyan kültüründen ve otoriterlik yapılarından kurtulmamızın yolu bu iki alan arasında sağlam bir ilişki kurmakla mümkündür.

Twitter.com/ergunharputi
#demokrasi
#Türkiye
#İslamcılık
#Bediüzzaman
9 yıl önce
İslamcılar ve demokrasi
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?