|
Kimse kızmasın, 28 Şubat’ın gerçeği buydu!

28 Şubat, tank gibi üzerimizden geçmişti. Sanki tanklar Sincan’da yürümekle kalmamış, aynı zamanda gündelik hayatımızda da her şeyin üzerinden geçip gitmişlerdi. Hanım başörtülüydü, ben de İmam Hatip Lisesi mezunu ve İslamcı dergiler çıkaran ve makaleler yayınlayan bir yazar. Sanki 28 Şubat bizim içindi. Tam da doktoram bitmişken ve üniversiteye geçeceğim sırada olmuştu. Özal döneminde ne hayallerimiz vardı. Özgürlük ve demokrasi ile yeni Türkiye kurulacaktı. Yeni Zemin dergisinde ve Kitap Dergisi’nde bunların manifestolarını yazıyorduk. Nilüfer Göle de, Mehmet Altan da, Nur Vergin de, Alev Alatlı da röportajları ile katılıyorlardı. Türkiye dönüşüyordu. Çevre ve merkez etkileşime giriyordu. Beyaz Türk elitler, İslamcı elitlerle bir araya geliyordu.

28 Şubat beklenmedik bir biçimde ne yeni Türkiye arayışını bıraktı geride, ne de demokrasi. Yeni anayasa için rapor hazırlayan TÜSİAD, metnini inkar ediyordu. Bunun yerine fazla İmam Hatip Lisesi olduğunu ve bunların kapatılmasının iyi olacağı yönünde raporlar yayınlıyordu. DİSK ve diğer STK’lar, 28 Şubat darbesini destekleyen açıklamalarda bulunuyordu. Tüm darbeler tehdit algısıyla yapılıyordu. Şimdi de tehdit İslamcılar, Milli Görüşçüler, İmam Hatipliler ve başörtülüler görülmüştü. Artık avına çıkılan kesimler bunlardı, damgalanan kişiler ve kitleler bu çevredendi. Yasaklar, propagandalar ve yalanlar arka arkaya geldi. Uyduruk bir tarikat ile tarikatlar hizaya çekildi. Müslüm Gündüz ve Kalkancı topluma cübbe, tarikat ve şehvet ile beraber servis edildi. Tarikat yeniden şehvete düşkün kara cübbelilerin içinde yer aldığı bir imaj olarak üretildi.

Özgürlük ve demokrasiden yana olan kimi aydınlar darbe karşısında sessiz kaldılar. Biz İslamcı dergilerde gözüken ve ürettikleri metinlerle yeni Türkiye muhayyilesi kuran Nur Vergin de Alev Alatlı da tek cümle etmemişti. Bu tutumlarından çok etkilenmiştim. Çünkü yazılarını ve kitaplarını su gibi okumuştum. Yeniden herkes kendi sınıfına ve sosyolojisine çekilmişti. Liberal aydınlar burada bir istisnadır. İskele Sancak programında Ahmet Hakan Coşkun’a danışmanlık yaptığım sırada, birçoğunu programa bizzat ben davet etmiştim. Mete Tunçay, Mustafa Erdoğan, Orhan Pamuk, Mehmet Altan, Cengiz Çandar… Hepsi de programlarımıza renk kattılar. Otoriterliğe ve darbe uygulamalarına meydan okuyorlardı. İslamcıların ve muhafazakârların yaşadıkları dışlanmaya karşı demokrat tavırlarıyla eleştirilerde bulunuyorlardı. Darbenin sol Kemalizm ideolojisini yerin dibine batırıyorlardı. İnsanlarımız yeniden umut ve mücadele şevkiyle doluyordu. Mustafa Erdoğan’ın programa çıktığı ve Erbakan’ı savunduğu gecede, telefonlarımız kilitlenmişti. Her yerden arıyorlardı. Tebrik ve takdir alıyorduk. Liberal entelektüeller can simidimiz olmuştu.

Darbenin hedef kitlesi belliydi. Darbe, bu kitlenin odaklandığı RP’yi kapattı. Hazırlanan iddianame gülünçtü. Laikliği öyle bir geniş tanımlıyordu ki neredeyse ağzından din kelimesi geçen, oruç tutan, namaz kılan herkesi kapsıyordu. Sadece siyasal alanı değil, toplumsal ve kültürel alanı da laikleştirmek amacını güden bir irade beyanı irat ediliyordu. Meclis’teki iktidar da darbe politikalarını uyguladı. Sol, sağ ve milliyetçi liderler Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz üçlüsü ile bir araya gelerek kurdukları hükümetle imam hatiplerin ortaokul kısmının kapatılması ve başörtünün yasaklanması gibi 28 Şubat darbecilerinin aldıkları kararları uyguladılar.

28 Şubat darbe yıllarında en büyük mutsuzluğu yaşatanlar, şüphe ile bakan ve bizi “lekeli” algılayan bildiğimiz ve tanıdığımız insanlar oldu. Fırat Üniversitesi’nde, bir ozan akademisyenin yanına gitmiştim. Beni gönderen yakından tanışan arkadaşımdı. Sonra bu akademisyen, “İmam hatiplerde irtica çoktur” deyince nevrim döndü. Bilim ve Sanat Vakfı’nda ünlü akademisyen bir abimizin kapısını çaldığımızda cevap bile vermeye tenezzül etmedi. Çünkü sadece takımının sadakat hiyerarşisinde yer alanlara kapısı açıktı. Bir aylık kamuoyu araştırması için İBB ile irtibatlı bir şirketin sahibi ile anlaştığım ikinci günde işe gittiğimde, “kusura bakma belediyedeki daire başkanının yeğenini almak zorunda kaldım” diye cevap aldım. İşsizlik ve şüpheler altında “lekelenmiş” bir varlığa dönmüştük. Herkes kendi grubunu, takımını, cemaatini koruyordu. Biz ise lanetli yalnız adamdık. Camiamdan insanların aklına ilk defa Kürt olduğum gelmişti. Darbe aynasında kendisini seyrederek “darbe ben idrakine” sahip insanlarımız olmuştu. İmdadımıza yetişen “Müslümanlar kardeştir” ruhuna sahip insanlar oldu. Bize umut ve inanç verdiler yeniden. Fevziye Nuroğlu ve Gülsen Ataseven işsiz kalan ve dört çocuk sahibi olan ailemize el uzattılar. Bizi yeniden hayata bağladılar. Darbe sarsıntısını yaşayan bir yazara, psikolog bir kadına, bir aileye sahip çıktılar.

#28 Şubat
#Tank
#Darbe
3 yıl önce
Kimse kızmasın, 28 Şubat’ın gerçeği buydu!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset