|
Ayı gösteren parmağa da bakın!

Olup bitenler, 1980 darbesini hatırlamayan, bu ülkenin utanç verici darbe geleneğiyle ancak 28 Şubat'ta tanışan -o da post modern- (Bu bir hayıflanma cümlesi değildir! Allah için onun da öncekilerden pek farkı yoktu!) kuşakta bile sarsıcı bir deja vu etkisi yaratıyor. On gün önce yaşanan saldırı, atılan manşetler, verilen demeçler insana 28 Şubat'ın karanlık, can sıkıcı, mide bulandırıcı günlerini hatırlatmaya yetti de arttı bile. Gerçi bu defa ne brifing veren olmuştu, ne alan. En azından görünür yerde. Ama herkes görev başındaydı. Rolünü, oyundaki sırasını, repliğini gayet iyi biliyordu. (Demek ki tekrarların öğrenmeye katkısı büyüktü.)

Yıllardır bu işlerin nasıl yürüdüğü bilinmesine, aylardır benzeri bir sürecin başlamakta olduğu yazılıp söylenmesine rağmen Danıştay saldırısının ardından yapılan adrese teslim yorumlar, ilk tepkiyi kalıcı bir öfkeye dönüştürmeye yönelikti.

Sabıkası kabarık hukuk dışı örgütlenmelerin üstünü örtme gayretindeki "rejim elden gidiyor, vatandaş uyuma!" anonsuyla eş zamanlı olarak medya ayı işaret ediyordu ama parmağı ne kadar temizdi?

27 Mayıs 1960 darbesinde Başbakanını ve iki bakanını, 12 Mart 1971'de üç gencini, 12 Eylül 1980'de 50 kişiyi idam eden, 650 bin kişiyi göz altına alan, 28 Şubat 1997'de hükümeti deviren, siyasi cinayetler, faili meçhuller ve yasadışı örgütlenmelerle tarihinden kan damlayan ülkenin medyası da işbirliği konusunda göz dolduruyor! Günümüzde de süren İttihat ve Terakki'den miras bu geleneği aslında en iyi Ece Ayhan'ın "Esas duruş mülkiyetin temelidir" cümlesi özetliyor. Bugün olanları aklı selim ile değerlendirebilmek için ise 28 Şubat sürecinde esas duruşa geçen medyanın "parmağının" neyi gösterdiğini hatırlamak gerekiyor. Hatırlayalım:

Refahyol hükümetine en başından tavır alan, laiklik elden gidiyor haberleriyle kör göze parmak sokan iki büyük gazete (Sabah ve Hürriyet), Susurluk kazasından sonra ortamı gerici yayınlar yapar. Şemdin Sakık böyle bir ortamda yakalanır. Karargahta hazırlanıp gazetelere dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in imzasıyla servis edilen andıçta bazı gazetecilerin (Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar) PKK ile işbirliği yaptığı, hizmetlerinin karşılığında para aldığı yazılıdır. Ama bu Sakık'ın ifadesinde yoktur. İfadeye sonradan sokuşturulmuştur. Diğer gazeteler kendilerine de ulaşan andıçı yayınlamazken Sabah ve Hürriyet sürmanşetten duyurur. Hürriyet başyazarı, Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi "Alçakları tanıyalım" başlıklı bir yazı döşenir. Bunun ardından Mehmet Ali Birand'ın işine son verilir, Cengiz Çandar'ın köşesi askıya alınır.

Andıç iki gazeteciyle de sınırlı değildir. İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal ile Refah Partisi milletvekili Fethullah Erbaş da hedef gösterilmektedir. İki büyük gazetenin "emre itaat içün" yayınladıkları andıç, Birdal'a düzenlenen saldırı ile isabet kaydeder. Bedenine iki şarjör kurşun boşaltılan Birdal ağır yaralanır.

Andıçı ısrarlı bir fikri takiple Yeni Şafak'taki köşesinde Nazlı Ilıcak gündeme getirir. Hedef gösterilen isimleri yıpratmaya yönelik ifadelerin Şemdin Sakık'a ait olmadığını ise Radikal gazetesi ortaya çıkarır.

Bunlar çok değil, sekiz yıl önce oldu. Kumpasa dahil olmayan, hizaya girmeyen, andıçın hesabının müsebbiblerinden, müdahillerinden sorulması gerektiğini söyleyen 'namuslu' gazeteciler ve yayın organları da oldu elbette. Ama Dinç Bilgin'in açıklamalarıyla yeniden gündeme gelen andıçı bugün tartışmadıkça, o gün andıçı yayınlamakta beis görmeyen ve medyadaki yerlerini güçlendirerek koruyanlardan hesap sormadıkça "kirli medya" kanlı parmağı ile neyi işaret ederse etsin, asla aklanmayacak. Kamuoyunun vicdanından beraat etmeyecek. O neyi gösterirse göstersin birileri mutlaka gösterene de bakacak.
18 yıl önce
Ayı gösteren parmağa da bakın!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi