|
Manzara

-Hile yapmışlar, bir partiye verilen oyu öteki partiye yazmışlar, gece yarısına kadar izledim televizyonu, kaydırma mı yapmışlar ne, öyle şeyler diyorlar, yani tam olarak anlamadım ama bir karışıklık varmış herhalde.



Arkada oturuyorum, dolmuştayım, Küplüce’den aşağı…

-Yani kimse görmemiş mi bunu, görevliler yok muymuş, partilerden kimse yok muymuş, kendilerine verilen oyları takip etmiyorlar mıymış, işini doğru düzgün yapamıyor mu bunlar, anlamadım ki.

Önümüzde durak yok fakat genç bir kız sokağa kurulan pazarın başında durmuş el ediyor, dolmuş kapısı daha tam olarak tıslamasını tamamlamadan kız içeriye dalıyor…Bir tısss daha yarım kapıyı kapatırken balıkçının sesi kızla beraber o aralıktan dolmuşa sızıyor: “Bitti bitiyorrr, yenisi eylülde artık, özlersin bu balığı, al al allll!...”

-Ne yapacaklar şimdi, bir daha mı seçim yapacaklar, vallahi çekemeyeceğim o gürültüyü patırtıyı, anlaşsınlar aralarında, bir yolunu bulsunlar canım.

Arkadan pingpong maçı izler gibiyim, bir ona bakıyorum, bir buna…

-Yok canım, ne seçimi, oyları attık sandığa orada duruyor, bir daha saysınlar, biz mi yanlış yaptık ki bir daha oy vereceğiz, gidersem şart olsun, benim çocuk taaa karşıdan geldi, aldı beni okula götürdü, bir daha gidemeyeceğim, hiç kusura bakmasınlar.

Bir zamanlar şair Nurettin Durman’ın berber dükkânının olduğu binanın önünde duruyoruz, kırmızı ışık oraya kadar uzatmış kuyruğu…

Şairin eski dükkânının önünde beklerken yeşili, “Alooo, aşkımmm” diyor, pazarın başında binen kız, görüntülü arayan sevgilisine… “Işıktayız, bu ışıktan sonra Beylerbeyi Sarayı’nın önündeki ışığa geleceğiz, sonra Kuzguncuk’ta bir ışık daha, sonra yanındayım, iki ışık kaldı, sadece iki ışık aşkımmm…”

Ne güzel yaa, iki ışık sonra, sadece iki ışık sonra…

Onun mutlu oluşuna sevindiğimi anlıyor genç kız, iki ışık sonra ışıklar içinde bir gün geçireceğine inancını yüzünden okuduğumu, yüzümden okuyor, bana güveniyor ve gülümsüyor.

-İlk ne zaman oy kullandıydın sen, Aydın’da mıydınız, İstanbul’a gelmiş miydiniz, hatırlıyor musun?

Eşarplı kadın camdan dışarıya bakıyor, elini çenesine götürüyor, sanki bir şeyleri hatırlamaya çalışıyormuş gibi yaparken hatırlamaya çalıştığı şeyi de hayatının en önemli hatırası olarak anlatıyor.

-Buradaydık, ilk oyumu burada kullandım, Kandilli İlkokulu’nda…Nasıl hatırlamam, 27 Mayıs’tan sonraki ilk seçimdi, her şeyi unutsam babamın dediklerini unutmam. Okula yaklaştığımızda anneme doğru bakarak ve biraz da sesini kısarak, “Oyumuzu vereceğiz, Adalet’e vereceğiz, AP yazıyor, oraya basacağız, sonra pusulayı zarfın içine koyacağız, iyice yapıştıracağız, iyice” deyişini hatırlamaz mıyım…

Beylerbeyi’nin önündeki ışık da kırmızı, duruyoruz, genç kız telefonu camdan çevirip erkek arkadaşına ışığın kırmızısını gösteriyor, öyle zannediyorum ki, o da gördüğüne inanıyor, sonra yeşil yanıyor hareket ediyoruz, kız şımardıkça şımarıyor, kaldı bir ışık aşkımmm, diyor.

-O zaman sizin oy verdiğiniz parti kazandı demek ki, Adalet Partisi kazandı seçimi, Demirel o zaman çıktı değil mi, ben oy vermiyordum ama öyle hatırlıyorum.

Metrobüs durağına yanaşıyoruz, teyzeler hareketleniyor, kapı bir kere daha tıslıyor, iyice açılıyor, yavaştan kalkıyorlar, onlar inene kadar dolmuş boşalıyor, ağırdan vuruyorlar köprünün bayırına, metrobüs durağına.

Cevabı alamıyorum ama hikâyeyi biliyorum…

Evet, Demirel o seçimde çıktı, Menderes için adalet istiyorum dedi, partisinin adı adalet oldu, sonra başka şeyler oldu, sonra başka adaletsizlikler oldu, başka yollar bulundu, daha sonra başka adaletsizlikler oldu, yollar tıkandı, çok şeyler oldu.

İlk seçimlerini birbirlerine anlatırken dolmuştan inen teyzelerin koltuğuna oturuyor kız, yeni bir devir başlıyor, görüntülü konuşuyor sevgilisiyle… Ve böylece teyzelerin koltuğuna oturan kızı taşıyan dolmuş köprünün altından geçiyor, teyzeler köprünün öteki yakasında kalıyor, köprünün altından ışıkları sayan ve görüntülü konuşan genç bir kız geçiyor.

Kuzguncuk’ta yeşil yanıyor, ışık yeşil, yeşili geçiyoruz ama yolcuya takılıyoruz.

Bir tısss daha, yarım ağız kapıdan dolmuşçu tabiriyle “ördek kapmaca” oynuyoruz, ördeği alıp kaçıyoruz.

Arabanın içinde kısa mesafede birkaç yer değiştirmeden sonra Tekel sahnesinin önünden kıvrılıp küçük tümseğin Üsküdar’a bakan kısmına evriliyoruz, ulu ağaçların altından zafer kazanmış bir ordu gibi ilerliyoruz Üsküdar Meydanı’na.

Teyzelerden koltuğu devralan genç kız, ülkücü şoför, Aaakeepee demeye hazır Kuzguncuk sakini, burnunu karıştıran ortaokul talebesi ve bu seyyar sinemanın biletsiz izleyicisi ben… Hepimiz muzaffer bir ordunun neferleri gibi giriyoruz Üsküdar Meydanı’na… Dolmuşumuzun alnında “Maşallah” yazıyor, giriyoruz Üsküdar’a…

Sevgilisini gördüğünde görüntülü aramayı bitiriyor kız, ilk o iniyor, iki kişi daha, sonra ben.

Hâlâ sarılmış vaziyetteler, yürüyorlar, yanlarından geçiyorum…

“Aşkımmm, ne iyi oldu şu seçimlerin geçmesi, ne gürültüydü öyle meydanda, telefonda konuştuğumuzu duyamıyorduk yaaa, var mı böyle bir şey yaniii…” derken kız…

“Ne iyi oldu değil mi seçimlerin geçmesi” diyorum, alnıma vuran rüzgârın alnını öperken.

“Ne iyi oldu, artık birbirimizi duyacağız, sahiden duyacağız, ne iyi oldu yaniii…” diyorum.

#Seçim
#Dolmuş
5 yıl önce
Manzara
İnsanoğlunun beş tane temel ihtiyacı vardır
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…