|
Cuma hutbelerini hafife almamak lazım
Uzun zamandır hutbeler merkezden yazılıp okunuyor. Bunun olumlu ve olumsuz yönleri var. ‘
Bakınız, memleketimize şimendifer geldi’ diye başlayan hutbeyi ben bizzat dinlemiştim.
Kendi ideolojik İslam’ını hamasetle anlatan, ya da alakalı alakasız, bir kitaptan bir parça koparıp okuyan hutbeler yok değildi. Dolayısıyla hutbelerin işi bilen birisinin yazıp bir heyete kontrol ettirdikten sonra bütün ülkede ya da bölgede okutulması genel hatlarıyla olumludur.
Bu arada bilmiyorum ki, hutbeleri Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri ve uzmanlar okuyorlar mı? Okumuyorlarsa bu bir eksiklik.
Ancak bu merkezi hutbenin olumsuz yönleri de var. Bizce en önemlisi, haftada bir hutbe yazmak için epey bir kitap karıştırmak zorunda kalacak hatiplerin önü kesiliyor, böylece zaten en az okuyan kesim daha da az okumaya itiliyor. İstisnaların olduğunu biliyoruz, onların elini öperiz. İkinci olarak her bölgenin farklı ihtiyaçları olabilir, oralarda öncelikle bu ihtiyaçlardan söz edilmelidir. Karadeniz köylerinde ağaç dikelim, Kayseri’de sahilimizi temiz tutalım demenin çok anlamı olmaz.

Bu haftaki hutbe bende bazı çağrışımalar yaptığı için düşündüklerimi yazayım dedim. Hutbenin bazı cümleleri şöyle:

“Kâinatın düzeni ve işleyişi ‘Sünnetullah’ denilen ilâhî kanunlara göre cereyan eder. Cenabı Hak bu kanunları sonsuz kudretiyle ve ilmiyle belirlemiştir. Deprem de ilahî kurallara uygun biçimde meydana gelir. İnsanoğlu depreme engel olamaz; depremin zamanına ve şiddetine müdahale edemez… Sonrasında ise imanı gereği, teslimiyet ve tevekkül ile hareket eder”. Bu ifadelere elbette mutlak anlamda yanlış diyemeyiz.
Ancak bunlardan bir zorunluluk/determinizm, bir deizm, hatta bir savunma refleksi anlamı da çıkabilir.
Sanki ‘tanrı’ kâinatı belli kanunlar ve düzenlerle yaratmış ve kenara çekilmiş. Tabiat olayları denen bu kanunların, bela ve musibetlerin bizim yapıp ettiklerimizle hiçbir ilişkisi yok. Sistem zaten böyle kurulmuş ve bizim buna hiçbir surette etkimiz olamaz.
Bu, determinizmi esas alan deist bir düşünce değil midir? Kuranıkerim’de geçmiş milletlerden söz eden yüzden fazla ayetin; onlar şu günahı işlediler, biz de başlarına taş yağdırdık
, şu pislikte ısrar ettiler, onları şiddetli bir sarsıntıyla helak ettik. Zenginleri zevku sefa sürüp fısku fücur ve sefahat/teref hayatı yaşadı, hepsini yerin dibine geçirdik, elçilerimizi yalanladılar, biz de onları kıtlıkla ve felaketlerle cezalandırdık gibi ayetleri nasıl anlayacağız, nasıl anlatacağız?
Ancak daha önce de söylediğim gibi biz şunu diyebiliriz: Deprem, sel felaketi ve fırtına gibi olayların, bilimin ulaştıklarının ötesindeki kesin sebeplerini biz bilemeyiz.
Adapazarlılar şöyle yaptı, Allah da depremle onların cezası verdi diyemeyiz. Çünkü Allah’ın bunu neden yaptığını biz bilmiyoruz.
Hangi hatamızın onun terazisinde ne ağırlıkta bir sebep sayıldığını bilemeyiz. Çünkü söz konusu hutbede de okunduğu gibi, Allah safi imtihan için de bazı musibetler verebilir. Ama şunu biliriz: Allah her şeyi insan için yaratmıştır, hiçbir oluş insandan bağımsız değildir, O kâinatı yaratıp mekanik işleyişiyle bırakmamıştır.
‘O her an bir iş yapmaktadır’, zerreden kürreye sürekli yaratmaktadır. O hiçbir şeyi rastgele ve sebepsiz yaratmaz.
Oluşların sebeplerinin insan iradesine taalluk edenleri vardır ve Allah onları da hesaba katmaktadır. Bir bakıma sebepler de sürekli yaratılmaktadır. Depremin yıkıma sebep olmasının da maddi ve manevi sebepleri vardır.
Biz bunlar üzerinde de düşünür ve muhasebemizi yaparız, bir kısmına engel olabiliriz.
Bu sebeple ‘İnsanoğlu depreme engel olamaz’ denmesi de her bakıma doğru değildir. Hatta belki insanoğlu bir gün bilimle yerin gazını alarak depremi önleyebilir de.
Bunları aslında herkes biliyor ama karşımızda, belki de Allah’ın bir lütfu olarak, her inancımıza müdahale eden, alay eden, söyleyeceklerimizi hayat tarzlarına, karışma olarak görüp, bazı şeylerin söylenmesinden dahi rahatsız olan ve biz sustukça bu saldırganlığını sürekli artıran,
hareket alanımızı durmadan daraltan saldırgan bir kesim var.
İşte onların bizi korkutan güçleri bizim inancımızı ve onu ifade edişimizi dahi etkiliyor.
Bu sebeple dinimizi dahi idare-i kelamla anlatmak zorunda kalıyoruz, yani bir bakıma onlara taviz veriyoruz.
Ama bu saldırılara ‘Allah’ın lütfu’ da diyebiliriz, çünkü onlar bunu yapmasalar bizimkiler de, Allah’ın vekili gibi her aklına geleni söyleyip ortalığı karıştırıyorlar. Kendi zanlarını din olarak takdim edip mide bulandırabiliyorlar.
#Adapazarı
#Deprem
#Cuma
4 yıl önce
Cuma hutbelerini hafife almamak lazım
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak