|
İstiğâse nedir?

İstiğase, kelime anlamıyla imdat dileme demektir. Kökü de yardım ve imdat anlamında ‘ğavs’tır. Bir insanın diğerine yardım etmesi gündelik hayatta olduğu gibi ya maddi ve tabii olur ya da manevi ve ilahi bir güçle olduğu düşünülür. Böyle manevi imdat etme gücüne sahip olduğu varsayılan kimselere de ‘ğavs’ denir. İstiane kelimesi de buna yakın anlamdadır. Her ikisi de birbiri yerine kullanılabilir ama istiğase’de daha çok manevi bir güçten imdat dileme, istianede ise her türlü yardım dileme anlamı vardır.

Hayattaki birisine gücü dahilindeki bir iş için, efendim sizden istiğase ediyoruz ya da sizden istiane ediyoruz, bize imdat edin denebilir. Mesela Hz. Musa (sa) şehirde kavga eden iki kişi görmüş, bunlardan biri ondan ‘istiğase’ etmiş, yani bana yardım et demişti (28/Kasas, 15). Kıyamet günü de Güneş insanların beynine yaklaştığı bir anda Hz. Âdemden başlayarak peygamberlerden istiğase edecekler (Buhari). İstiğasenin bu sözlük anlamında kullanılmasında bir sakınca yoktur.

Bizim ‘istiğase’ ile kastettiğimiz meselemiz ise şudur: Bir mümin sıkıştığında gerek peygamberden gerek Allah’ın başka bir veli kulundan ‘yetiş, ya da imdat eyle ey fülan’ diye yardım dilenebilir, o da buna karşılık verebilir mi? Bunu anlayabilmek için şöyle bir giriş yapmamız gerekir:

Mesele akli/içtihadi bir mesele değil, imanla alakalı bir meseledir. Yani bunun meşru olup olmadığını biz akılla bulamayız, varsa şeri delillerine bakarak inanırız ya da inanmayız. Böyle meselelerde inanmak gerekir denilebilmesi için onun sübutu ve delaleti kati haberlerle gelmiş olması gerekir. Yani öyle olduğunu söyleyen haber hem mütevatir olmalı hem de ne dediği tartışılmaz düzeyde açık olmalıdır ki, ona öylece iman edilmesi gerekli olmuş olsun. Haber mütevatir değil ama en azından sahih ise ona da inanılır ama inanmamak küfür olmaz, belki cehalet olabilir. Kabir azabı böyledir. Haber sahih de değilse inanmamak hiçbir şey gerektirmez. Çok zayıfsa ve delaleti, yani ne demek istediği açık değilse ona inanılması zaten doğru olmaz. Bir de sahih bir habere zıt ise inanmak bidat, dalalet hatta şirk olabilir. Bu ölçülere itirazı olan bir İslam alimi olamaz.

Şimdi istiğasenin dindeki yerine gelelim. Yani bir mümin, ölmüş olan ya da yanında bulunmayan veli bir kuldan istiğase edebilir mi? Ğulat-ı sufiyyeden bazıları bunun olabileceğini söylerler ve delil sandıkları söylentilere tutunurlar. ‘Ğulat-ı sufiye’den kastımız kendi ürettikleri delilleri Kitabın ve Sünnetin önüne geçiren, bunları onlardan daha önemli gören sufilerdir. Onlar meseleyi meşrulaştırmak için: Efendim, kendisiyle asıl istiğase edilen, yani yardımı dilenen tabii ki, Allah’tır. Biz filancadan istediğimizde o da bunu Allah’tan isteyecektir, veren yine Allah’tır derler. Onlara: Allah size küskün müdür, ya da siz Allah’a küskün müsünüz ki, doğrudan O’ndan istemiyorsunuz, Allah kendisinden başkasından istenmesine razı olur mu, diye sorulsa verecekleri cevap anlamsızdır.

Kısaca böyle bir istiğasenin caiz olduğunu söyleyenlerin sübutu ve delaleti kati hiçbir delilleri olmadığı gibi sahih, hasen hatta zayıf deresinde açık şeri bir delilleri de yoktur. Eğer onların söylediklerinin aksine bunun hiç olmayacağını gösteren deliller olmasaydı, böyle bir delil yoktur ama biz şansımızı deneriz denebilirdi. Oysa bunun olmayacağını söyleyen, sübutu ve delaleti kati onlarca nas vardır.

Şimdi önce buna olur diyenlerin tutundukları delilleri görelim.

Delil zannettikleri şey şu iki sözdür:

Beyhakî’nin ‘Şuabu’l-iman’da İbn Abbas’ın sözü olarak naklettiği hadis: ‘Allah’ın yeryüzünde Hafaza meleklerinden başka da melekleri vardır, onlar bir yaprağın düşüşünü bile yazarlar. Birinize yolda bir aksaklık gelirse ve yardım alacak arkadaşı da yoksa: ‘Ey Allah’ın kulları, bize yardım edin (eğisûna) desin ona yardım ederler’. Bu sözün Ebu Ya’la’daki rivayetinde ‘Birinizin hayvanı çölde kaybolursa…’ ifadesi vardır.

Bunu istiğaseye delil sayarlar, oysa önce böyle bir söz imani bir meselede delil olmaz çünkü, sahih değildir ve bu sebeple Kütüb-i Sitte’nin hiçbiri bunu almamıştır. Şahitleriyle ancak hasen derecesine çıkabilen mevkuf bir sözdür, Resulüllah’ın hadisi değildir.

Var olduğunu kabul etsek bile burada yardım istenenler ölmüş gitmiş insanlar değil, etrafımızdaki meleklerdir. Bizim sesimizi onlara duyurmamız mümkündür. Dolayısıyla bu haber iddialarına bir delil olamaz.

Bunun dışında zikrettikleri deliller usuldeki ‘delalet yolları’nın hiçbiriyle böyle bir anlamın çıkarılabilmesine zaten müsait değildir.

Ya aksi deliller? Göreceğiz.

#İstiğâse
3 yıl önce
İstiğâse nedir?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’