|
Bir kahve içimi bazen ne kadar uzun bir zaman
- I -

Hafıza çok ilginç bir mahzen. Aşağıda okuyacağınız satırları yaklaşık iki yıl önce yazmıştım. Neden şimdi yayınlıyorum? İran’da düşürülen yolcu uçağı günlerdir zihnimi meşgul ediyor. Algıda seçicilik, her şey bana göklerdeki ve yerlerdeki yalnızlığımızı hatırlatıyor.

-II-

28.07.2018/ Atatürk Hava Limanı

Yolculuk İstanbul-Gaziantep

Saat 10.30

Havaalanı yalnızlığında bir kahve içimi yaşanan o uzun ve derin zaman...

T’da Anadolu’dayım. Yiyecekler kadar insanların da çeşitli olduğu yerlerden biri burası. Beni her defasında buraya çeken şey tencere yemekleri. Artık mutfaklarımızda pek de sık pişmeyen tencere yemeklerine bakmayı seviyorum. Keşkekler, börülceler, semizotu yemekleri, adını bilmediğim içinde buğdayı, nohutu ve çok minik doğranmış kuşbaşı etleri gördüğüm yemekler. Madımak mesela. Türküsünü çok severdim çocukluğumda, özellikle şu kısımda içime bir neşe dolardı: Oy madımak teke tüke sakalı/ Oy madımak evelik yemlik/ Oy madımak kuşkuşu yemlik/ Oy madımak

Bu kadar yemek muhabbeti yaptığıma göre yemek mi yiyeceğim? Bir sade kahve, varsa damla sakızlı lütfen, bir de... Bir de ne? Hah muz gördüm. Sade Türk kahvesini muz eşliğinde içebilirim. Lokum seçeneğinden daha iyi.

Fiş almak için kasa önünde beklerken önümde pilot olduğunu tahmin ettiğim 35-40 yaşlarında 1.80 boyunda esmer bir adam görüyorum. Mümkünse pilotlarla hiç karşılaşmak istemiyorum. Vücut dillerindeki her türlü gerginlik beni ziyadesiyle tedirgin ediyor. Ya biraz sonra bineceğim uçağı bu adam kullanacaksa? Ya son anda onu üzen, sinirlendiren bir olay oldu ve bu olay bütün yolcuların hayatını etkileyecek bir dikkatsizliğe sebep olursa... Bu evhamlarımın sebebi, sadece bir karesini hatırladığım bir filme dayanıyor. Ne zaman seyrettim? Nerede seyrettim, hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım, o sahne yalnızca. Kazayı soruşturan polisler, pilotun o gün sevgilisiyle çok şiddetli bir şekilde kavga ettiğini söyleyen komşuların tanıklıklarını kaydediyor.

Omuzundaki üniforma işaretlerinin ille de pilot olacağı anlamına gelmeyeceği konusunda kendimi ikna etmeye çalışırken, niye ikna etmeye çalışıyorum. Çünkü sakız çiğnemesi, vücut dili fazlasıyla tedirgin, bu tedirginliğe bu kadar takılmamın sebebi belki de dün dinlediğim haber: Pilot eğitimi alan 40 yaşındaki kursiyer, son uçuşunda uçağın düşmesi ile can verdi.

O kursiyer -Allah rahmetini ziyade etsin- kursunu başarı ile tamamlamış olsa idi kaç vakit sonra yolcu taşımaya başlayacaktı? Bu önümde duran tedirgin adam nasıl bir eğitimden geçti? Pilotların biraz deli olduğuna dair bir yargıyı içimden söküp atamadığıma göre en iyisi gündelik hayatta pilotlarla hiç karşılaşmamak.

Ben bütün bunları düşünürken kasa sırası “pilot”a geliyor. Kasiyer kız biraz önce otomatik bir şekilde her müşterinin hesabını görüp hızlıca servisini gerçekleştirirken, pilotun hesabında takılı kalıyor. Kasaya bakması gereken gözleri “pilot”un yüzünde takılı kalıyor. Bir şey mi soracak? Bir şey mi söyleyecek? “Pilot” bu görüntüye alışık olmalı. Kasiyer kızın trans halinden çıkmasını bekliyor. Tedirgin diline hiç ara vermeden. Çiğnediği sakız temposunu hiç bozmadan.

Pilotlarla karşılaşmak konusunda endişeli tedirginliğim devam ediyor. Haberler benim endişemi azaltmak yerine arttırıyor. Mesela Hürriyet gazetesinde 18.08 2018 tarihinde yayınlanan haberin başlığı şu: “Fenomen Türk Kadın Pilotlar” . “Kadın Pilotlar”ın uçuş tecrübesi, pilot mesleğini seçmeleri ile ilgili olarak tek bir bilgi yok. Ya ne var? Birbirinden “güzel” kadın pilotlar takipçi sayıları üzerinden sıralanıyor, takipçi sayılarının neden yüksek olduğunu anlatmak üzere de havuzun içinde, manken pozları ve en kötüsü de uçuştan önce ya da sonra uçağın içinden yapılan paylaşımlar.

Kasiyer kız, “Pilot”un karşısında “kal geldi” bir halde eğleşirken Türk kahvesinin bu kasadan alınmadığını fark ediyorum.

Kahvemi alıp, masama dönüyorum. Kendime verdiğim sözü tutmak üzere bilgisayarımı açıyorum. Gördüğümü yazacağım. Gördüklerimi, tanık olduğum zamanın içinde yazacağım. Bir kaç satır yazmıştım ki bavulumla oynayan bir bebek dikkatimi çekiyor. Annesi bir şeyler söylüyor. Anlamadığım bir dilden. Bebeğin ağabeyi ile sırt sırta oturuyoruz. Başımı çevirip “Where are you come from?” diyorum.16 yaşlarındaki delikanlı “Buradan” diyor aksanlı bir Türkçe ile. Buradan? İstanbul. “Suriye’den misiniz?” diyorum bu defa Türkçe. “Hayır” diyor çocuk: “Babam Türk annem Rus.”

T’da Anadolu, temsili küçük bir dünya. Dünyanın bütün renklerini ve bütün zamanlarını yaşıyor ve yaşatıyor bu havaalanı yalnızlığında. Saat 10.50, kimi sabah kahvaltısını yapıyor kimisi tencere yemeklerini erken bir öğlen yemeği olarak iştahla tadıyor. Restoran; kafe, dinlenme/bekleme salonu olarak vazifesini icra ediyor. Hatta homeofis olarak. Ben damla sakızlı Türk kahvesi eşliğinde okuduğunuz satırları yazıyorum. Masama N. yaklaşıyor. Biraz sonra birlikte uçacağız. “O, sen bu gidişle bu kitabı sahiden kafelerde yazacaksın” diyor. “Burası kafe lokanta arası bir yer ama” diyorum. “Olsun sen sözünde duruyorsun bir kahve içimi yazını yazıyorsun işte.”

Bir kahve içimi zaman bile bazen ne kadar uzun, ne kadar derin ve ne kadar zengin yaşanabiliyor. Bütün mesele içimizden dışımıza, dışımızdan içimize yaptığımız yolculukların dengesini bulmakta yatıyor. Ah o denge. Yitirdiğimiz ve bulmakta giderek daha da zorlandığımız o durum...

#Havaalanı
#Kahve
#Masa
#Kafe
4 years ago
Bir kahve içimi bazen ne kadar uzun bir zaman
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi