|
Bu bilmece kaç hece?

Bize, bir meseleyi ya da birden çok meseleyi ya da bütün meseleleri bildiğimiz zannını vermek üzere uyanık kişilerce yazılmış kitaplar var. Birkaç kitap okuyarak ve hatta sadece o kitaplardan yapılmış alıntılara göz gezdirerek bile her meselenin aslına birkaç günde ya da hatta birkaç saatte vâkıf olabiliyoruz. Meselelerin aslına gerçekten vâkıf olanlar haklı bir küskünlükle ortalıktan tamamen çekildikleri için tabiatıyla bize haddimizi bildirecek birileri pek karşımıza çıkmıyor. Yani biz bizeyiz ve bizim gibileri bir araya getiren her ortamda bu kamufle edilmiş cehaletin tadını çıkarabiliyor, üç adımda ulaştığımız bu yaygaracı bilgeliklerin büyüsüyle mütemadiyen sarhoş olabiliyoruz. Tarihin en büyük ıskası bizim şu zavallı hayatlarımız!



Milyarlarca insanın bütün sırlarını bildiğini sandığı koskoca bir muamma hayat!



Kişi sadece öğrenmeye gayret eder; bilmekse bir lütuf, anahtarı kimsenin elinde değil...



Dünya varolduğundan beri hiç durmadan dönüyor ve bir yarısı aydınlıkken, diğer yarısı hep karanlık...



“Bugün ne öğrendim biliyor musun?” dedi yanındakine. Ve hiç beklemeden cevabı yine kendisi verdi: “Dünyada benim için öğrenecek bir şey kalmamış!”



Bakınız Bağdatlı Rûhî taşı nasıl gediğine koymuş: “Gör zâhidi sâhib-i irşâd olayım der/ Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der.” Devirler değişiyor ama galiba bazı şeyler hiç değişmiyor.



Öyle istisnai bir gayreti vardı ki, başkalarının anladıklarını söyledikleri şeyleri anlamamakla zihni neredeyse tamamen aydınlanmıştı.



“Hareket eden şeylerin farkına varmak için belki de biraz durmak gerekiyor” dedi beyaz saçlı adam yanındakine. Sonra bir araba kaldırıma su sıçratarak yanlarından geçti, ileriden bir kuş havalandı, bir satıcının sesi duyuldu ve adına hayat dediğimiz şeyin içine neler sığıyorsa hepsi yavaşça yerinden kıpırdadı.



“Günler” dedi gür bir sesle konuşmacı, “haklarında cümle kurmaya yetişemeyeceğimiz kadar büyük bir hızla geçiyor” O sırada günün mânâ ve önemi salonda olan bitene hiç aldırmadan kendi aralarında neşeyle kıkırdaşıyordu.



“Benim değil artık, yaşamıyor dün./ Doğar mı doğmaz mı beklediğim gün?/ Bu yalan dünyada ne var ki bütün,/ Huzur parça parça, can parça parça” diye yazmış merhum Halide Nusret Zorlutuna.



Madem ki her şeyi unutmaya bu kadar heveslisin, o zaman biyografinle CV'nin aynı uzunlukta olmasına şaşırmayacaksın, hayat böyle!



“Galiba ne demek istediğinizi anladım” dedi genç olan. “Belki ben de bir gün anlarım!” dedi gülümseyerek çok daha az genç olan.



Şimdi aklımızdan bir sayı tutalım! Şimdi bir tane daha tutalım! Sonra bir daha, bir daha... Sonra hepsini aklımızdan kapı dışarı edelim ve böylece sayıların aklımızı işgaline artık bir son verelim!



İki nokta arasında uzayıp giden büyük boşluğa biz kısaca hikayesizlik diyoruz.



Hakikat içimize sığacak bir şey olmasa gerek... Belki bizim her şeyimizi alıp içine sığınacağımız bir şey!



İçinde bir tek kelime biriktirebilmek için bir ömür sesinden vazgeçen insanlar da var.



“Konuşan nereden bilsin” dedi meczup, “bilen neden söylesin!”


#Bağdatlı Ruhi
#Halide Nusret Zorlutuna
8 yıl önce
Bu bilmece kaç hece?
Pek tuhaf bir intihal hikâyesi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?