|
Büyük insanlık indirimi

Para kazanmak istiyoruz, çünkü bizi mutlu edeceğine inandığımız her şeyin bir fiyatı var. O fiyatı ödeyip alıyoruz, sonra yenisi çıkıyor. Yenisini alabilmek için yine paraya ihtiyacımız oluyor. Biraz daha para kazanmak için uğraşıyoruz, kazanıyoruz, alıyoruz, yine yenisi çıkıyor. Bu çılgın döngü böyle sürüp gidiyor. İçimiz her daraldığında, canımız her sıkıldığında bu iç isyanı bastırmak için bir şeylerin peşine düşüyor, bir şeyler satın alıyoruz. Sahibi olduğumuz hiçbir şey bizi tatmin etmiyor, çünkü zaten 'o şey'le gerçekten ilgili değiliz. Bizi ilgilendiren asıl şey; her yeni şeye ilk sahip olanlarla birlikte sahip olma duygusu, ihtirası, yarışı... Doymak bilmez, doyurulamaz, giderilemez bir açlıkla sarhoşuz!



Şu yazarın son kitabı, bu şarkıcının son albümü, o arabanın yeni modeli, bu telefonun son ürünü, o serinin son filmi, filanca takımın yeni sezon forması, falanca oyunun son versiyonu, markaların yaz kreasyonları, son moda tasarımlar, son trendler, fırsat ürünleri, inler-outlar vesaire... Her türden, her meşrepten, her karakterden insanın gözünü alamadığı bir şeyler var yeni dünyanın küresel pazarlarında. Belki aklını alamadığı, zihnini kurtaramadığı demek daha doğru... Hipnotize olmuş gibiyiz; aklımızı yitirmiş, şuurumuzu kaybetmiş bir şekilde bir şeylere 'aşerip duruyoruz'. Yem bekleyen tavuklar gibiyiz adeta, önümüze ne konursa onu gagalıyor, didikliyoruz. Sanki bütün gailemiz, bütün meşguliyetimiz, hayatla ilgili bütün meselemiz sadece sonu gelmez 'acıkma'dan ibaret!



Batı endüstrisinin ürettiği herhangi bir iddialı ürünün bütün dünyada popüler olması ve sıradan insanlarda histerik beklentiler oluşturması için birkaç gün, hatta bazen birkaç saat yetip artıyor. Bu ürünlerin tamamının ortak özelliği, herhangi bir gerçek ihtiyacımıza karşılık gelmemeleri, buna rağmen çok kısa bir zaman içinde onlara sahip olmadan yaşayamayacağımızı bize hissettirmeleri...



“Sen de en az bir araba kadar ürünsün. Bir ürünün, ürününün, ürünü. Arabaları dizayn eden adamlar da birer ürün. Senin ailen bir ürün. Onların ailesi de birer üründü. Öğretmenlerin, ürün. Kilisedeki papaz, başka bir ürün.” diyor Chuck Palahniuk, sert ve sorgulayıcı kitabı Görünmez Canavarlar'da.



Sadece çocuklar oyuncaklarla oynadıklarının farkında bugün; biz büyükler başka başka isimler vererek oyuncaklara düşkünlüğümüzü kendimizden gizlemeye çalışıyoruz. Paramızı, vaktimizi, enerjimizi, ilgimizi tereddütsüzce sarfettiğimiz şeylerle kurduğumuz ilişkilerin çocukların oyuncaklarıyla kurdukları ilişkilerden tek bir farkı var: Çocuklar masum, biz değiliz!



O kadar uyuşmuştu ki her yanı, varlığı nerede başlıyor, nerede bitiyor, bulamıyordu bir türlü.



Bir yolunu bulup aklımızı, zihnimizi, kalplerimizi etkisi altına alan bu çılgın illüzyondan kurtarmalıyız ama nasıl? Nasıl kurtarabilir insan kendini, takılıp kaldığının farkında dahi olmadığı böyle devasa, böyle ölümcül bir örümcek ağından?



Peşinde koştuğun her şey seni kendinin taşrasına taşır. Koşma, dur! Kendinde kal! Bakışlarını içine çevir! Canın neredeyse, hakikatin orada senin!



Canından dışarıya adım atmadığı için yolunu hiç kaybetmeyen insanlar da var.



Sen içinde bir İbrahim biriktirmeye bak, o vakit en harlı ateş dahi serinlik olur sana!



“Dur da bir düşün hele” dedi meczup, “kovalayan mısın, kovalanan mı?”


#Batı endüstrisi
#Meczup
#Görünmez Canavarlar
8 yıl önce
Büyük insanlık indirimi
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?