|
Çalkantılı bir denizde

Hepimiz çalkantılı bir denizin ortasında dalgalarla boğuşan şu köhne geminin içindeyiz. Gidecek yerimiz yok, kendimizi atacağımız sakih bir kıyı yok, ne oluyorsa o mutlaka bizim başımıza geliyor, gelecek. Ne düşünüyorsak bu sallantılı geminin içinde, bu tekinsiz yolculuğun birer yolcusu olduğumuzu bilerek düşüneceğiz. Ayakta kalmak, sağlam durmak, asla umutsuzluğa kapılmamak zorundayız. Evet, canımız acıyacak, içimiz yanacak, kalbimiz gördüğümüz insanlık manzaraları sebebiyle daralacak, isyan kelimeleri dilimizin ucuna kadar gelecek ve yine de biz ayakta kalacağız. Nice masum insan zalimlerce katledilecek, insaf sınırları bir çok kere aşılacak, acımasızlığın kolları aklıselimin kavrayamayacağı yerlere uzanacak ve biz yine de ‘insan’ olmakla mükellef olacağız.


Gördüklerimiz, şahit olduğumuz vahamet tabloları, gücün, güçlünün artık çığırından çıkmış kanlı ticareti bizi zorlayacak ama yine değişmemekte, bu karanlık çağı ‘insan’a reva görenlerle aynı dili konuşmamakta sonuna kadar ısrar edeceğiz. Çünkü biz biliyoruz ki, olduğunun dışında bir şey olamayanlara karşı olduğumuz şey dışında bir şey olduğumuzda kaybederiz.

“Başka bir gezegene, oradaki kayaların yapısını incelemek için araç gönderebilecek kapasiteye sahip bu şizofrenik insanlık, milyonlarca insanın açlıktan ölmesini umursamayabiliyor. Mars’a gitmek, yanı başındaki komşuya gitmekten daha kolay görünüyor” diyor Jose Saramago Nobel Ödül Töreni konuşmasında.

Bütün gücü ellerinde toplamak, dünyanın bütün zenginliklerine sahip olmak istiyorlar. Bu alçakça hesabın içinde binlerce insanın hunharca katledilmesini genel maliyet hesabının içindeki bir küsurat farkından daha fazla dikkate değer bulmuyorlar. Bizim için kanla, acıyla, zulümle, katliamla eşleşmiş coğrafyalar, onlar için enerjiyle, petrolle, altınla, kârla, finansla, tankla, füzeyle, filoyla ya da bu neviden başka kelimelerle bağlantılı basit ticaret haritalarında küçük noktalar sadece. Bazen kar marjını bir tık arttırmak için ölüyor binlerce masum insan. Bazen sırf kurtarıcılıkla nam salmış bir ülkenin güçlü imajına küresel bazda gölge düşmesin diye... Bizim öfkelerimiz, isyanlarımız bile belli bir kalıba dökülüyor. Nefretlerimizin yol açtığı yüksek basınç oyalayıcı teknolojilerle kademeli olarak hayattan boşaltılıyor. Protestolarımızın verdiği küçük ölçekli zararlar kısa zamanda sulandırılıyor, zamane oyuncaklarının baştan çıkarıcı yeni hamleleriyle bütün gedikler yeniden dolduruluyor, sübvanse ediliyor. Öfke, nefret, isyan öngörülebilir maliyetleriyle bu hesabın zaten içinde. Bizim bu hesabı bozabilmek için öngörülebilir olmayanı bulup yapabilmemiz lazım. Bu da ancak mantığını ve kurgusunu bu karanlık denklemi kuranların oluşturduğu yeni insana, yeni insanlığa, yeni hayata karşı bir direnç geliştirebilmemizle olabilecek. Bu illüzyonu bozabilecek, bütün bu tezgahları yıkıp geçecek bir şuura, bir idrake, bir hissiyata ulaşabilmemiz gerekiyor.

Yani insanın aslına, hakikatine... Önce tek tek, sonra hep birlikte... Bu zamanın oyunlarını oynayarak, öngörülmüş isyanlar için yola çıkıp her defasında kaçınılmaz çaresizliklere varıyoruz. Bu şekilde, bu yolla, bu hareket tarzıyla değiştirebileceğimiz şeyler oldukça sınırlı... Bize ‘ol’ dendiğinde olduğumuz gibi olmak, başkası olmamak dışında bir seçeneğimiz yok. Bizi yükseltecek ve değiştirme iradesine sahip kılacak olan ruh ancak bu olsa gerek... Tarih boyunca olduğu gibi...

...

Yine acılarla buruklaşan bir bayrama giriyoruz. Belki mahzun ama aynı zamanda vakur, umutlu ve aynı zamanda aydınlık girelim bayrama... Allah kullarının yardımcısı, mazlumları koruyup gözetendir. Her şeyin en doğrusunu bilendir.

Hayırlı bayramlar...
#Mars
#Nobel
7 yıl önce
Çalkantılı bir denizde
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler