|
Ceketimin iç cebi

“Bir halin bir halini tutmuyor” dediler. “Çünkü bir an bir anı tutmuyor” dedi küçük bir sessizliğin ardından.

Bir ara kapanıyor hava, sonra aklına bir şey gelmiş gibi yeniden açılıyor, gülümsüyor etrafa. Hayat da böyle akıp giderken, bir yüz çeviriyor, sonra bir de yüz veriyor insana. Bu değişkenlik iyi, her şeyin gelip geçici olduğunu hatırlatıyor insana. Ama belki, yeri geldiğinde düğmesine basıp durdurabildiği bir mevsimi de olmalı insanın, bir süreliğine. İnsanın durup pencereden baktığı bir yeri de olmalı. Ya da ne bileyim; bir otobüs durağından gelene geçene baktığı bir bankı olmalı, duran hiçbir otobüse binmeden. Gidecek bir yeri olmadığında başını sokacağı bir iç cebi olmalı değil mi, az giydiği ceketlerinden birinde. Bir söyleyeceği olmalı, bir cümlede, hatta bir kelimede başlayıp biten. İnsanın demini almadığı için herhangi bir bardak çayı terkedip gitme özgürlüğü olmalı. Nasıl bir şarkıya, döne dinleye saatlerini feda etme mecburiyeti varsa, ki var. İnsanın, bir şey olmak zorunda olmadığı, kendini adeta şu sessiz taşa toprağa karıştırdığı bir vakti olmalı. Evet, neden olmasın, her zaman değilse de bazen, yetişilmesi gereken şeylere geç kalmaya da hakkı olmalı insanın.

Neden insan olmanın bin bir türlü halini aynı aşkla yaşamayalım? Neden güneşli havalarla gölgeli havaları aynı muhabbetle sevmeyelim? Neden koşar adımlarımızı, durup kalışlarımızdan başka bir yere koyalım? Neden yaşıyor olmayı sadece gülümsediğimiz bazı fotoğraflara sığdırmaya çalışalım?

“Kimi vakitler, ruhumda hissettiklerim dünyaya çıkacak bir kelime bulamazlar. Böyle zamanlarda hayat, dört bir tarafıma asılmış donuk bir resim gibi durur. Kalkıp insanların içine karışmak istemem, elimi raftaki bir kitaba atmak istemem, sevdiğim insanları aramak istemem; bitkinlikle, kendimi kendi içime uzatırım. Oysa bilirim ki o ağır ve gamlı yurtta, anılarımın çölünden başka bir bekleyen yoktur beni” diyor Ali Ayçil, hayatın diğer vakitlerinden kendini ayıran kimi vakitleri anlatırken bir yazısında.

Yaşayıp giderken, gün gelir, elinin bir türlü noktaya gitmediği zamanlar olur. Sen sen ol; böyle zor zamanlar için, cebinde mutlaka birkaç virgül bulundur.

İki nokta arasındaki en düz çizgiye hasret denir.

Lafı döndürüp dolaştırıp denize getirenlerin balık burcunda olduğunu akıl edemedi mi hâlâ astrolojik zeka?

“Kar yağarken eriyen güneş mi gülüşün/ Hatırladın aslında, gülümsedin az önce/ Yüzünün bir ev sahibi var, ama kim/ Yerleşmemişsin, sığar her şey bir valize/ Ara sıra balıklar, ara sıra, geçiyor, gözlerinde/ Ağ yırtılmış, ha yakalanmışlar ha dönüyorlar denize” diye yazmış Cevdet Karal, ‘Durgunsun Diyorlar’ başlıklı şiirinde.

İnsanlığını kafasına takanların, etrafına kalbinden bakanların, fikrine efkâr katanların hayatında hiçbir yere kestirmeden gidilmez. Onların hayatında hiç kısa yol yoktur. Onlar için her yol uzun yoldur. En çok onlar yorulurlar ama ömürleri kaç sene sürerse sürsün, en çok onlar yaşarlar.

Her dakika başı durup dinelen, hayatın har anının sesini tek tek dinleyen, saat gibi dakik, bir o kadar rakik insanlar da var.

“Yaşamayı kaçırdığımız her dakika” dedi beyaz saçlı adam, “hikayemizi bir dakika eksik bırakıyor.”

#Cevdet Karal
#Durgunsun Diyorlar
#Şiir
4 yıl önce
Ceketimin iç cebi
Üç Turgut Cansever: Düşünür, Mimar, Bilge
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir