|
Çıkarıp atamadığımız şeyler

“Her şey çok hızlı olup bitiyor artık, peşinden koştuğum hiçbir şeye yetişemiyorum” dedi ayaktaki. “Geçmişinin ağırlığı bazı insanları yavaşlatıyor” dedi oturan.



Her şeyini kolayca gözden çıkarabilen, onları günü geçmiş, işlevi bitmiş görerek rahatlıkla tedavülden kaldırabilen, eşyayla arasında hiçbir bağ oluşturmayan, bina izin vermeyen insanları anlamak hep zor oldu benim için. Bir süre benimle birlikte yaşayan, hayatımın kıyı köşesinde yer tutan her şeye alışır ve bağlanırım. Yaşadığım şeylerin pek çoğunu mekanla, eşyayla, bir sürü başka ayrıntıyla birlikte hatırlarım. Bir evden zorunlu sebeplerle dahi olsa bir başka eve taşındığımda, hayatımın bir parçasını bir yerlerde bırakıp gidiyormuşum duygusunu üstümden atmam uzun zaman alır. Üstelik eşzamanlı olarak yeni evime de aynı yoğunlukla alışmaya, hatta bağlanmaya başlamışımdır. Günümüz şartlarında insanı zorlayan şeyler bunlar... Mekanların belli sınırları var; hayatınızın bir kısmında sizin adeta bir parçanız olmuş her şeyi gittiğiniz yere götürmeniz, bağlandığınız her eşyayı nihayetinde dört duvardan ibaret olan bir evin içine sığdırabilmenize imkan yok. Vazgeçmek gerekiyor bir şeylerden, ayrılmak ve geride bırakmak... Hayat yeni kurgusuyla sürekli yeni şeyleri hayatınıza katmaya, bir şeyler edinmeye zorluyor üstelik sizi. Çoğu insana eski olandan vazgeçip yeniye, yeni olana, yenilik vaat edene geçmek o kadar da zor bir şey değil... Bir çoğu için çok cazip bir değişim hatta bu. Takılmıyorlar onlar böyle şeylere. Benim gibi kolay vazgeçemeyenlerin sayısının gittikçe azaldığı bir gerçek, farkındayım bunun. Belki bizim de değişmemiz gerekiyor ama işin bam teli burada zaten. Bir şeyleri geride bırakmayanlar aslında değişmek, hayatını oluşturan çok parçalı kompozisyonu değiştirmek istemeyenler aslında. Eskiyi büyük oranda silerek sürekli yeniyi arayanlar bir yanda... Yaşadıklarını geride bırakamayan, yeni şeylerle doldurmak için ikide bir hafızasını boşaltamayanlar diğer yanda... Kimin daha doğru bir yol tutturduğunu oturup tartışmanın bir yararı olmayacağı aşikar... Çok temel bir yol ayrımına işaret ediyor bu durum... Sahiplenmek ya da vazgeçebilmek... Esasen bugünün dünyasındaki ahvalimizi anlamaya buradan başlayabiliriz rahatlıkla.

“Çıkacağım hiçbir sokak içimdeki sokakların bana vaat ettiğinden fazlasını veremezdi” diye yazmış Güray Süngü, ‘Düş Kesiği’nde.

Hayatı biriktirmenin, hiçbir parçasını geride bırakmama arzusunun fanilik şuuruyla çelişen bir tarafı var mı? Hiç yok denemez. Peki, öncesine sahiplenmediğimiz, hatırasını içinde taşımayı kendimize yük saydığımız bir hayatın bir hikayesi olduğunu söyleyebilir miyiz? O da pek mümkün değil... İnsanın sancısı biraz da bu işte; şu fani dünyadan göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçerken, içinde dünyaya sığmayacak bir hikaye biriktirmek, biriktirebilmek!

“İnsan yirmi senelik bir kazağı niye atamaz, içine bile giremiyorum neredeyse artık!” dedi adam. “Aslında istesen de o kazağın içinden çıkamadığın için” dedi kadın.

Bir de şunu düşünün; deli gibi koşuşturan uçarı bir yelkovanın hızına yetişemeyen biçare akrep ne hisseder?

“Sen dünya dönüyor zannedersin” dedi meczup, “o senin başının dönmesidir!”

#Güray Süngü
#Düş Kesiği
5 yıl önce
Çıkarıp atamadığımız şeyler
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’