|
Hayat yanar ve kavrulurken...

Yaz boyunca her yıl haber bültenlerini büyük bir endişeyle izliyor, bu ülkenin yeşil alanlarını kemiren orman yangınlarının ne zaman başlayacağını bekliyorum. Bu orman yangınları sadece bu ülkenin doyumsuz güzelliklerini değil, bu topraklarda yaşayacak gelecek kuşakların hayatlarını da kemiriyor. Yanarak yok olan hektarlarca ormanlık alan, kuruyup tarihe karışan dereler, ırmaklar, göller, deltalar...

Türkiye coğrafi olarak çok yakın olduğu çölleşme gerçeğine doğru hızlı adımlarla ilerliyor. Bu kaygı verici gidişat, kamuoyumuzda maalesef su kesintisi olup olmayacağı basitliğine indirgeniyor çoğu zaman. Su sıkıntısının önümüzdeki yılların önemli bir derdi olacağı aşikar, yeryüzü, özellikle de bizim yaşadığımız coğrafya kuruyor, çoraklaşıyor. Her yıl yaz yangınlarına kurban verdiğimiz ormanlarımızı da bu tabloya eklemek gerekiyor. Bu gerçekle yüzleşmek, bizim gibi yüzyıllık iç hesaplarını görmeyi bugünlere kadar ertelemiş ülkeler için lüks gibi görünüyor. Oysa değil, tehdit altında olan şey hayat...

Bu topraklarda tam dört tane onyıl yaşadım. Hatta biraz daha fazlasını... Bu yüzden kuruyan ırmakları, yanan ormanları, çatlayan toprakları görmeye bile içim dayanmıyor. Çocukluğumdan bugüne çevremi saran tabiatın nasıl gün gün değişmekte olduğunu, doğal hayatın insanlıkla girdiği savaştan nasıl her gün yenilgilerle çıktığını görmemek imkânsız artık. Geleceğin dünyasında bilinen en büyük insanlık suçu, muhtemel ki hayatın katli olacak. Ve bu yüzyılları yaşayan herkes, önde ya da gerilerde, zanlıların bulunduğu mahşeri sıralamada yerini alacak.

Hayatı vâreden güç için, hayatın nimetlerini arttırmanın ve eksiltmenin zorluğu olmadığını biliyorum. Ama yaratılanların yapıp ettiklerinden, yaşamak için tuttukları yoldan, kendi fıtratlarına ve hayatın tabiatına uygun davranmaktan sorumlu olduklarını da biliyorum. Hem fani âlemde, hem baki kalanda... Kuran''da yanlış yoldan giden insanların nasıl ağır bedeller ödemek durumunda kaldıklarına dair pek çok kıssa anlatılır. Bu kıssalar ibret almamız, yanlış yoldan gitmenin bir bedeli olduğunu bilmemiz içindir. İbret ve idrak; yaşadığımız çağı, insanlığımızı, havayı, suyu, tabiatı, yani hayatı kemiren asıl eksikliğimiz işte burada. Biz hayata bakmayı, hayatın eksilen yanlarını fark etmeyi bıraktık bir süredir. Dolayısıyla devranı yeniden hayatın lehine çevirme imkânından büyük ölçüde yoksunuz.

Tarihi ve toplumsal hesaplaşmalarımızı elbette daha fazla erteleyemeyiz. Ama bu hesaplaşmaları sürdürürken, birey birey çoğalttığımız hayat suçlarımızı da, yaşama yanlışlarımızı da ihmal etmeyelim. Irmakların durduk yerde kurumadığını, ormanların kendi kendine yanmadığını bilelim. Hayatı korumak konusunda ne kadar eksik kaldığımızı bilelim. Hayatın ruhunu korumakla, fiziki varlığını korumak arasında sandığımız kadar büyük farklar yok. Biz bu dengeyi bozmakta bu kadar uzun bir zaman ısrarlı olmasaydık, bugün belki de içimizi daraltmayan çok daha geniş, çok daha bereketli hayatlarımız olacaktı.

Meteorolojik gerçeklerle hayatın gerçekleri aynı şeyi söylüyor: Akıl, akıl dışılığın elinde daha fazla esir bırakılamaz!

16 yıl önce
Hayat yanar ve kavrulurken...
Türkiye’nin önündeki iki takoz: Batılılar ve Batıcılar
Taş atsan yorulursun, acımaz suyun canı!
İlahiyat fakültelerinin vesayete ihtiyacı yoktur
Karabağ"da talan var
Gömleğini ütüleyin!..