|
Her zıplayan yorulur

Her şeye aklımız ersin istiyoruz, ermiyor. Bu gerçeği olduğu gibi kabul edeceğimize, her şeyin aklımızın erdiği kadar olduğuna inanmayı tercih ediyoruz. Sonra gün geliyor, inandıklarımızın kalbimize yetmediğini hissediyoruz. Hayatımızın, insanlığımızın, fikrimizin, hissiyatımızın içimizde giderek büyüyen tarifsiz boşluğu dolduramadığını farkediyoruz. Bizi oraya kadar getiren peşin hükümleri aşacak bir azığımız olmadığı için çoğumuz geriye de dönemiyor, ömrümüzün geri kalanını o tıkanma noktasında kahrolarak yaşıyoruz. Kendini aklının erdiğiyle sınırlayanın, aklın bir yerden sonrasına asla güç yetiremeyeceği bir alemde gidebileceği en son nokta çünkü orası. Bu katılaşmadan kurtulmak ve yeniden hareket edebilir hale gelebilmek için aklının boyunun hakikate yetecek kadar olmadığını idrak etmesi gerekiyor insanın. Tıpkı bir dağın zirvesine çıkmak için insanın olduğu yerde zıplamasının yetmeyeceği gibi... Bu asrın insanları böyle bir hurafeye kendilerini inandırdılar, o ulu dağın eteklerinde beyhude zıplayıp duruyorlar.



“İçimiz hep üşüyor” dedi beyaz saçlı adam buğulanmış camlara bakarak, “çünkü bizi ısıtan şeyin ne olduğunu unuttuk!”



Hayat sadece senin yaşadığın kadar olsaydı, milyarlarca başka insana yaşayacak bir şey kalmazdı.



Her şey sadece senin bildiklerinden ibaret sanıyorsun, her bildiğinle körlüğünü bir kat daha arttırıyorsun!



Bir de şunu düşünün; plak bittiği halde hevesi bitmeyen bir şarkı ne hisseder?



Bazı uçarı notaların orkestra durduktan sonra kendilerini tutamayıp kendi başlarına birtakım melodik maceralara girdiklerinin bir tek ben mi farkındayım?



“Bilmez beni Mecnûn'a bir efsane diyenler/ Leylâ'mı yitirdim nice Leylâlar içinde/ Hâlâ dönerim devrederim derdimi hâlâ/ Dermansız adımlarla bu sahralar içinde” diyor 'Gazel'inde merhum Bekir Sıtkı Erdoğan.



Geçmişte yaşamaya o kadar teşneydi ki, sonunda boşa masraf etmemek için şimdiki zamandaki evini tamamen kapatıp tümüyle geçmiş zamana taşındı.



İki nokta arasındaki düz mantığa cümle diyenler de var.



“Bana bakınca ne görüyorsun?” diye sordu biri. “Gözlüklerindeki aksimi” dedi diğeri.



Az sonra kuruyup gidecek bir yağmur birikintisine sığıyor bazen hayat sandığımız her şey!



“Her ne yüzle baksa göz âyînede kendin görür/ Vechini pâk eyle kim mir'âta bühtân olmasın” buyuruyor Osman Kemâlî Efendi Hazretleri (k.s.) Aşk Sızıntıları isimli eserinde. Mustafa Tatcı hocamız şöyle şerhediyor bu beyiti: “Aynaya nasıl bakarsan kendini o yüzle görürsün. Yüzünü temiz tut ki aynaya/ sen doğru göstermiyorsun diye/ yalancılıkla suçlamayasın” (Osman Kemâlî-Aşk Sızıntıları Şerhi/ Mustafa Tatcı/ h yayınları)



Aynaya bakmaya doyamayan kalabalık içinde aynaların bakmaya doyamadığı insanlar da var.



“Göz kendini bile göremez” dedi meczup, “bakınca kendini görebileceğin bir nazargâh bul!”


#Osman Kemâlî Efendi
#Aşk Sızıntıları
#Mustafa Tatcı
7 yıl önce
Her zıplayan yorulur
Kim savaşacak?
Irak Cephesi’ndeki Asya Taburu
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…