|

İnsanın içinde akıp gittiği hikayeyi anlamlandırabilmesi için zaman zaman da olsa kendi hikayesine dışarıdan bakabilmeyi becerebilmesi lazım. Bunu yapabilmesi için de, başkalarının hikayesine daha dikkatli, daha anlayışlı, daha sakin bakabilmesi, başkalarının kendi hikayeleri içinde yapıp ettiklerinin anlamını aramaya zaman ayırabilmesi gerekiyor. Dünyayı tek kişilik bir gezegen gibi görerek yaşamak, böyle bencilce bir körleşmeyle hayata bakmak bizi diğer insanlara, diğer hayatlara yabancılaştırıyor. Oysa akarsuların taşlara çarpa çarpa akarak kumundan, çerçöpünden arındığı gibi, insanında hayat içinde akıp giderken başka hikayelere çarparak, temas ederek, dokunarak, başka hayatlardan kendi hayatını süzerek, damıtarak, eleyerek arınması, kendini arındırması şart... Herkesin kendi sınırlarında başlayıp bittiği bir dünya, statik, katılaşmış, dolayısıyla da inceliklerini kaybetmiş tabiata bürünüyor. Birbirini görmeden, ötekine dokunmadan, hayatına kimsenin sızmasına, ilişmesine, dokunmasına izin vermeden yaşamaya çalışan bir ürkekler, bir tedirginler, bir korkaklar dünyası...



“Tuhaf bir paradoks: İnsanlar en dar ve kişisel çıkarlarından hareketle davranıyorlar, oysa davranışları hiçbir zaman olmadığı kadar kitle içgüdülerinin hükmü altında. Ve kitle içgüdüleri her zaman olduğundan daha da bulanık ve hayata yabancılaşmış durumda” diyor Walter Benjamin, ‘Son Bakışta Aşk’ kitabında.

Bu yüzyılın en büyük yalanları, içinde ‘iletişim’ kelimesinin geçtiği cümlelerle söyleniyor. Her ilimizi uzattığımız yerde ‘iletişime elverişli’ araçlar bulunması, sanıyoruz ki insanları birbirine yakınlaştırıyor, onları günün her saatinde birbiriyle temasa geçiriyor, irtibatlı kılıyor. Böyle olmadığını anlamak için şöyle bir hayatımıza bakmak yeter...

“Bazen senin davranışlarına hiç anlam veremiyorum!” dedi öfkeli olan. “Davranışlar Sözlüğü’ne bakıyor musun?” diye mırıldandı belli belirsiz aşırı sakin olan.

Günlerce susuz kalmış birinin, derinliğini hiç düşünmeden kendini tedbirsizce ilk gördüğü ırmağın içine attığını düşünelim... Susuzluğunu giderecek olan su, bir an içinde onu boğacak şeye dönüşebilir. Böyleyiz bu devirde biraz hepimiz; bizi dibine doğru çeken boğucu bir iletişim girdabının içinde dönüp dururken, içimizde adeta ölümcül bir iletişimsizlik çölüyle kuruyup gidiyoruz.

Değişim çağı her gün hepimizden bir şeyleri alıp götürüyor. Hiçbirimiz bizi tanıyanların ilk aşina oldukları hallerimizde değiliz. Değişiyor, dönüşüyor, başkalaşıyor, kendimizden az ya da çok uzaklaşıyor ve aslımıza yabancılaşıyoruz. Bu dünyada yaşayanların, bu dünyayı terkettikleri için artık değişme ihtimali kalmayanlarla çok daha iyi geçinebilmeleri bundan olabilir mi? Tanıdığımız, zamanın bir yerine kadar beraber yaşadığımız halde, bugün dünyada bizimle beraber olmayanlar; hafızamızda hep o eski tanıdık halleriyle donup kaldıkları ve artık değişmedikleri için, yaşayanların artık veremediği aşinalık hissini veriyorlar bize belki de artık.

Bir de şunu düşünün; herkesin birbirini ıskalayıp durduğu bir hayat ne hisseder?

“Televizyondaki kahkaha efektlerinin çoğu 1950’lerin başında çekilmişti. Bu günlerde kahkahalarını duyduğunuz o insanların çoğu artık ölü” diye yazmış ‘Ninni’de Chuck Palahniuk.

“Kim nefes alıyor, kim almıyor” dedi beyaz saçlı adam, “ayırdetmek neredeyse imkansız!”

#Walter Benjamin
#Son Bakışta Aşk
5 yıl önce
Iska
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’