|
Kaçırılmış bir tren

Hani bir şey olur, sizin için atlatılması zor bir halin içine girersiniz de ellerinizi nereye koyacağınızı bilemezsiniz ya... İşte bazen, aynı şekilde, hayatın şu karmakarışık akışı içinde kendini nereye koyacağını bilemiyor insan.

Kağıdın üstüne, “Nerede başladığı ve nerede biteceği bilinmeyen bir cümlenin içindeki tedirgin kelimeler gibiyiz hepimiz” diye yazdı ve 9kalemi elinden bıraktı; çünkü arasa noktayı yerinde bulamayacağını biliyordu.

“Güzel günlerimizi, onların farkında olmadan yaşarız; ancak kötü günler geri geldiğinde, güzel günleri yeniden isteriz. Binlerce neşeli, hoş saati, asır suratla, tadını çıkarmadan geçiririz ve daha sonra, sıkıntılı zamanlarımızda, boşuna bir özlemle o günleri ararız. Bunun yerine, katlanılabilir olan her şimdiki anın ve geçip gitmesine kayıtsızca göz yumduğumuz ve üstelik bir de sabırsızca ertelediğimiz gündelik olayların bile değerini bilmeli, tam da şimdiki anı, geçmişin sahnesine geçtiği bu andan itibaren, ölümsüzlüğün ışığıyla ışıldayarak bellek tarafından korunacağını ve günün birinde, özellikle kötü bir zamanda, belleğin perdeyi araladığı sırada, en candan özlemimizin nesnesi olarak ortaya çıkacağını hiç unutmamalıyız” diyor Arthur Schopenhauer, ‘Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar’ kitabında.

Dünya, kendinizi içine hapsettiğiniz sürece bir kafa karışıklığından ibaret... Bu yanlışa hemen hepimiz düşüyoruz. Hangi yanlışa? İnsanın sınırlarının dünyanın sınırlarına kadar gidip orada bittiğini sanma yanlışına... Oysa insan dünyadan büyük; dünyanın sınırlarının ötesine taştığımızda gerçekten insan olmaya başlıyoruz aslında biz. Fiziğin, matematiğin, astronominin geçen yüzyıldan kalma verileriyle aksini ispata çalışanlar, çok daha basit ve yalın bir şeyi, kendi içlerine bakmayı bilmiyor.

Yaşamayı tam olarak bilemediğimiz, kendine özgülüğünün, başkalığının ayırdına varamadığımız, anlamına eremediğimiz özel zamanlar kaçırılmış trenler gibi boş bir istasyonun ıssızlığında kendi başımıza bırakıyor sanki bizi. Koşsak, artık yetişilecek bir tren olmuyor ufukta. Orada öylece dursak, sanki her şeyi olduğundan daha farklı kılacak bütün ihtimaller o trenle birlikte gözden kaybolmuş oluyor.

Bir de şunu düşünün; istasyonlar arasında hiç yolcusu olmadan dolaşıp duran bir tren ne hisseder?

Turgut Uyar’ın ‘Bitmemiş Şiirler’inden birinde şöyle bir şey: “Şimdi akşam olur, sular buruşur/ Bir yastığa baş koyarım güvertede./ Hangi dilden olursa, bir şarkı isterim/ İçimde kırık dökük besteler dolaşır./ Kalbim avucumdadır artık,/ Bir sahilden sesler gelir, kaybolur/ Uzun uzun nefes alır sular/ Uzun uzun ağlamak isterim”

Görmediğimiz ayrıntılar, işitemediğimiz sesler, farkına varamadığımız anlamlar, yaşayamadığımız anlar, tanışamadığımız insanlar, içinden geçmediğimiz hikayeler, soramadığımız sorular, bulamadığımız cevaplar, erişemediğimiz sırlar, dile getiremediğimiz itiraflar, sahip çıkamadığımız sevgiler, değerini bilemediğimiz hüzünler, gerçekleşmemiş ihtimaller, biz onları yaşamadık diye varlığını tamamen yitiriyor mu?

“İnsan sadece yaşadıklarından ibaret midir?” diye sordu beyaz saçlı adam, “Yaşamadıklarımız, yaşayamadıklarımız, giderek daha çok yer kaplamıyor mu hepimizin hayatında?

#Tren
3 yıl önce
Kaçırılmış bir tren
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi