|
Kendiyle kalma korkusu

“Her şey bir unutkanlıktı/ arada bir deliler gibi kavuştuğumuz/ tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında/ kısacık yoğun bir akşam/ biliyordum bir soğuktu nereye varsam/ bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve/ kısacık yoğun bir akşam” diyor Turgut Uyar bir şiirinde.

Hayatın ezberi bozuldu. Otomatiğe bağlanmış düzen yıkıldı. Kurgu işlemez oldu. Öyle görünüyor ki mesele evlerde kapalı kalmak değil sadece. Tehlikeli olan her şey dışarıdayken, her şeyi göze alarak rutinlerini sürdürmekte ısrar edenlerin sorunu da aslında daha başka bir şey... İçeridekiler ya da dışarıdakiler; ölçülü biçimde ya da ölçüyü kaçırarak, bozulmaz sandıkları ezberin bozulmasından, kırılmaz sandıkları kurgunun kırılmasından, hayatın bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde değişmesinden korkuyor aslında. Her sabah gözümüzü açıp içine kendimizi bırakıverdiğimiz yaşama pratiği böyle ürkütücü bir karambol neticesinde rayından çıkar, yaşamak için yeni baştan bir yön, bir istikamet, bir tarif geliştirmek gerekirse ne yaparız korkusu biraz da bu. Çünkü bunu nasıl yapacağımıza dair hafızamızda pek fazla bir şey yok artık. Çok uzun zamandır, ne yaşamamız, her şeyi nasıl yapmamız gerektiğini başkaları söylüyor bize. Hayatlarımızı, bu hazır kalıp kurgularla takas edeli çok oldu. Şimdi bu kaydın dışına çıkarsak, hiçbir şey eskisi gibi olmazsa, her zaman yaşadıklarımızı artık yaşamaya imkân kalmazsa ne yaparız, yaşamaya nereden başlarız? İnsanların evlerinde -ki o evler kendi evleri- kapalı kalmaktan ve sokaklardan çekilmekten neden bu kadar ürküyor? Hayatın bundan birkaç hafta öncesine kadar işleyen ezber düzeni içinde asla kendimize sormaya yanaşmayacağımız sorular bunlar. Ama işte bugün, herkesin zihnini bir ucundan kemirmeye başladılar bile.

Görünür cevaplar; nasıl vakit geçireceğini bilememekle ilgili ifadeler barındırıyor daha çok. Bir fotoğrafın içinden alıp başka bir fotoğrafın içine koyduğunuzda ne yapacağını bilemeyen bir insan profili çıkıyor bu cevaplardan. Yani sokaktan, yani dışarıdaki hayattan alıp bir zaman kaydı koymadan evlerine koyduğunuzda yaşamak için bir B planı olmadığını fark eden kalabalıklar... Neredeyse ittifakla herkes, okuyamadığı kitapları okumaktan, izleyemediği filmleri izlemekten falan söz ediyor malum mecralarda... Yaşayamadığı şeyleri yaşamaktan söz eden var mı? Varsa kaç kişi? Dışarıdaki gündelik curcunanın dışına çıkmış olmanın mutluluğuyla ihmal ettiği her şeyi o evin içine çağıran kaç kişi? Kitap okumak güzel, film izlemek de öyle... Ama bunlar da dışarıya kaçmak için bulduğumuz çareler değil mi? Neden kendi evimizden, yani kendi hayatımızdan, yani kendimizden kaçmak için bu kadar çırpınıyoruz? Neden her şey dışarıda kaldığında içeride bir hayat yok? Soralım mı bu soruları kendimize? Yoksa bu sorulardan, ismi lazım olmayan o bulaşıcı ölümcül virüsten daha mı çok korkuyoruz?

“Zamanın şimdi, eskisinden daha hızlı geçtiği hissi, zamanın bariz bir eklemlenmesinin noksanlığından kaynaklanır. Bu duygu, olayların kalıcı izler bırakmadan, birer deneyime dönüşmeden hızla birbirini izlemesiyle iyice pekişir. Kütle çekimi noksanlığından dolayı şeylerle sadece geçici bir temas kurulur. Hiçbir şeyin ağırlığı yoktur. Hiçbir şey kesin değildir. Hiçbir şey nihai değildir. Dönüm noktaları oluşmaz. Neyin önemli olduğunu kararlaştırmak artık mümkün olmadığında her şey önemini kaybeder. Olası bağlantıların, yani olası yönlerin fazlalığı şeylerin nadiren tamamlanmasına neden olur. Tamamlanma yapılanmış, organik bir zaman talep eder. Buna karşın, ucu açık ve sonsuz bir süreçte hiçbir şey tamamlanmaz” diyor Byung-Chul Han, ‘Zamanın Kokusu’ adını verdiği eserinde.

#Korku
#Zaman
#Byung-Chul Han
4 yıl önce
Kendiyle kalma korkusu
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti