|
Kâğıdı sızlatan kelam
Her sabah kan ter içinde sıçrayarak uyanıyor, panik içinde yataktan fırlayıp sokağa çıkıyor, sağa sola koşarak herkes yerinde mi diye tek tek bakıyordu. Oysa zaten çok uzun zamandır hiç kimse yerinde değildi.

Muhakkak ki her gün canevimizin kapısı dost bir el tarafından defalarca çalınıyor ama biz hiç orada olmuyor, olamıyoruz.

“Rüyamda hep yemyeşil kırlarda koşuyorum” dedi biri. “Keşke senin uykunu bir de ben uyuyabilsem!” diye hayıflandı diğeri.

“Dünya halkı, uyuyarak yolculuk eden kervan ehline benzer” buyuruyor can kurban Hazreti Ali (kv).

Gittiği yoldan geri dönebilmek için geçtiği her yere işaret olsun diye kendinden kopardığı küçük küçük parçalar bırakıyordu.

Neredeyiz, kimiz, ne haldeyiz? Hangi imlânın doğrusu, hangi metnin paragrafı, hangi parantezin içiyiz? Hangi yüklemin öznesi, hangi muhabbetin bağlacı, hangi hayretin ünlemiyiz? Hangi seyr-u seferin virgülü, hangi tevekkülün noktası ve hangi tefekkürün üç noktasıyız? Hangi sorunun merakı, hangi cevabın idraki ve hangi idrakin berrak sesiyiz?

Kendi kelimelerine reva gördüğü eziyetle kâğıdın canını yakan cümleler de var.

Yazıp sonradan herhangi bir sebeple sildiğim cümleleri bir araya getirip kitaplaştırmak mümkün olsaydı, herhalde yok satardı.

Fikriyatımızın trafik lambaları hep sarıda takılıp kalmış gibi; ne bu tarafta durabiliyoruz, ne karşıya geçebiliyoruz!

“Seni en çok ne etkiler?” diye sordu biri. “Etkilemek için yapılmış şeyler” dedi yanındaki.

Herkes o kadar sığ sularda yüzüyordu ki, derin suları maliyeti karşılamıyor diye tedavülden kaldırdılar.

Herkes sağındakinden aldığını solundakine veriyor; elden ele dolaşan cevher mi, çakıl taşı mı, bilen yok!

O derece büyük bir sağırlaşma var ki; sadece insanlar insanları değil, kelimeler kelimeleri duyamıyor!

“Seni ne mutlu eder?” diye sordu biri. “Kaç cevap hakkım var?” dedi telaşla diğeri.

Nerede ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz kesin, nerede ne zaman yaşadığımızı biliyor muyuz peki?

“Sevdam büyüdükçe dünyam dar olur/ Zamandan çıktığım zamanlar olur” diyor bir şiirinde Abdurrahim Karakoç merhum.

En uzağa gidebileni dünyanın sonundan geri çeviriyorlar, gerçekten bir yere varmak istiyorsan dışına doğru değil, içine doğru yürü!

Beklemeyi bırak da, bir an evvel anlamaya başla, mânâ sonradan da olsa yetişir sana.

Selam vermek için sokağa çıkmak zevk-i selim ise, alacak selam bulmaya çıkmak aşk-ı selimdir.

İçinin bir göz odasını olsun açmazsan ona, dost sana gelsin de nerede konaklasın?

“Sen sen ol ki” dedi meczup, “beni bende boynu bükük bırakma!”
#meczup
#Kâğıdı sızlatan kelam
#seyr-u sefer
9 yıl önce
Kâğıdı sızlatan kelam
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…